13 Ocak 2011 Perşembe

ULUDAĞ TURU

04 Temmuz 2010 Pazar
Bir süre önce yeni rotalar ararken gözüme Uludağ tırmanışı, Cumalıkızık, Orhan eli baraj gölü ve Hoylat kaplıcaları takıldı. Konuyu bir mail ile Merte açtım. Geçen hafta Çınarcıktan dönerken motorda Mert Uludağa ne zaman çıkıyoruz diye takıldı. Haftaya çıkalım dedim ve bir anda bu fikir kabul gördü. Hava raporunu alıp sıcaklığın yüksek olacağını gören Mert bu işi sonbahara bırakalım dedi. Ben yapım icabı kafama koyduğunu yapan birisi olarak bu işi hafta sonu yapmakta ısrar ettim. Kerem’inde desteği ile konu resmen duyuruldu. Sonradan Bursada konaklayarak yola erken çıkılması fikri gündeme geldi ve ilk belirlediğimiz şekilde konaklamasız olarak bu işi yapmaya karar verdik.

İstanbuldan Metin, Bülent, Atakan ve ben katılacaktık. Sabah 7.30 da Metinle feribotta buluştuk.

Atakan hemen müzik dinlemeye koyuldu.

Ve ben.

Az sonra ilk kez tanıştığımız Bülentte geldi. Gemi boş olduğundan arka salonda boş bir masanın etrafına oturup yol boyunca sohbet ettik.


Feribottan inince zaman kaybetmeyip hemen yola çıktık.

Buradan Ahmeti aradım. Ahmet Dinçer ve Mertle birlikte Koruparktan aramıza katılacaktı. Yolda olduğunu ve bizi karşılamaya geldiğini söyledi.

Yola devam ettik. Az ileride Karşı şeritte Ahmet göründü. Bizim bulunduğumuz tarafa geçti. Bu arada Bülent devam etti. Performansını denemek istiyormuş ama hava sıcak, tempoyu yükseltmek için çok erken.

İleride ağaç altında Bülent mola vermiş. Bizde durduk. Bülent limonunu çıkarıp ısırdı. Bir faydası var mı bilmiyorum. Ben ekşi meyvelerden hoşlanmadığım için asla düşünmem.

Ahmetle sohbet ettik. Yol hakkında bilgi aldık. Kendisi Perşembe günü dağa çıkmış.

Atakan daha şimdiden suya dayandı. Bizimde ondan aşağı kalan yanımız yok.

Metinin gelmesi ile yeniden yola çıktık.

Bursaya geldik.

Dinçer ve genç arkadaşımız Mert Saygının da katılmasıyla ekip tamamlandı. Birolla ileride buluşacağız.

Yol çalışması nedeniyle trafik sanayi bölgesinin içine verilmiş. Sifaşın önünden geçerken Ahmet sol tarafa yanaşıp kaldırıma çıktı. Herhalde çam ağaçlarının altında fotoğraf çektireceğiz diye düşündüm ama lastiği patlamış.


Bülent ter içinde.




İşte genç arkadaşımız Mert. Yakışıklı, terbiyeli, saygılı. Herşeyden önemlisi kapasitesini biliyor. Yeni başladığı için bizimle birlikte Tophaneye kadar gelecek. Eminim kısa süre sonra oda diğer Bursalı bisikletliler gibi dağ yolunda yerini alacaktır. Uludağa çıkmak bizler için sıra dışı geliyor. Oysaki Bursalı bisikletliler için sıradan bir olay. Dinçer ben görmedim ama 2 saatte çıkanlar olduğu söyleniyor dedi. Benim için düşüncesi bile ürkütücü.

Yeniden yola çıktık.



Acaba karşıya mı çıkacağız diye düşünüyorum. Daha sonra sorduğumuz Ahmet orası Tophane ile Çekirge yolunun kesişme noktası asıl dağ daha geride ve sisten görünmüyor diyor. Acaba vaz mı geçsek bu işten?


Trafik ışıklarında Metini beklerken karşıdan bir bisikletli göründü. Adı Deli Esat. 60 yaşındaymış. Mesleği bisiklet tamirciliği. Kendisini Bursada tanımayan yok. Uludağa 20 km ile tırmandığı söyleniyor. Ahmet biz kendisine yetişemiyoruz diyor. Az sonrada müsaade isteyip gözden kayboluyor.

Hafif bir tırmanışla Tophanedeyiz.



Tophaneden şehrin görünüşü.

Yeşiltürbe arkada görünüyor.







Genç bir kızdan rica ettik, bizi toplu halde fotoğrafladı.


Bu noktada Mertten ayrılıyoruz. Bu bölgedeki eski evler çok güzel. Keşke bende bu evlerden birisinde yaşasaydım.




Eski evlerin olduğu sokaklardan birisinden geçerek yola koyuluyoruz. Artık rampalarla tanışmanın zamanı geldi.




Bir ara arkamdaki Ahmet durunca az ileride bende durum. Yol kenarındaki erik ağacından erik toplamaya başladı. Bülent durmadan devam etti. Fırsattan istifade bizi geçtin dedim gülerek. Ahmetin verdiği erikleri yiyip bitirirken en arkada kaldım. Bülentin yanına geldiğimde teleferiğe bisiklet alıyorlarmış bizim zorumuz ne keşke teleferikle beyler gibi çıksaydık dedim. Bülent karşı çıktı. Başta hızlı gidiyordun yavaşladın diye takıldım. Hızlı giden atın boku seyrek düşermiş dedi. Bu deyimi ilk kez duyuyordum.

Çekirge ile Tophaneden gelen yolların kesişme noktasındayız. Milli Park’a 15 km, Uludağ’a 26 km yolumuz var.

Çeşmede hararetimizi düşürdük.


Bülentte geldi.

Ahmet düğüne gideceğinden bu noktada bizlerden ayrılıyor.


Güle güle dostum. Birol bizi hemen üstümüzdeki Değirmen Restaurantta bekliyor. Yanından geçerken geldik sende devam edebilirsin diyorum.

Gurubun önünde ben varım. Bu tempo ile hiç durmadan Miliparka kadar çıkarım diye düşünüyorum. 15 km fazla uzun bir mesafe değil. Bir süre sonra Birol bana yetişip geldim diyor. Devam ediyoruz. Sıcak insanı çok rahatsız ediyor. Artık fikrimi değiştirdim. 5. Km de mola vereceğim. Birol beni geçip uzaklaştı. Bir süre sonra kendisini bir çeşme başında beklerken buldum. Henüz 4,5 km oldu diğer çeşmeden yola çıktığımız ve bende mola verdim. Dağa çıkan 2 eski tüfek hemen çeşme başında tezgahı kuruyorlar. Giysim terden sırılsıklam. Bir süre sonra gölgede üşüyorum ve karnım ağrıyor. Hemen güneşe çıkıp ısındım. Bülentse sıvı kaybından ve tansiyonundan şikayetçi. Bu mola Bülenti gördüğümüz son yer oldu. Devam ediyoruz.


Bir sonraki çeşme molamız yaklaşık 3 km sonra. Bundan önceki çeşmeye kadar olan yola nazaran bu bölümde eğim daha az hatta yer yer düz. Süratinizi arttırabiliyorsunuz. Bu noktadan sonra artık resmen 2 guruba bölünmüş haldeyiz. Önde Birol ve Dinçer. Az gerilerinde ben ve benimde gerimde Atakan. 4 lü gurup halınde birbirimizi bekleyerek çıkıyoruz. Bülent ve Metin ise arkada 2. Gurubu oluşturuyorlar.


2,5 km sonra bir mola daha verdikten bir 2,5 km sonra Milliparka 5 km kaldığını gösteren tabelanın yanında bir mola daha verdik. Burada karnımızın acıktığını farkedip köfte yemeye niyetlendik. Fiyatlar fahiş. Köftenin kilosu 40 TL. Dinçer 2 köfte, Birol ve ben 4 er köfte yedik. Atakan bir önceki molada ton balığı yemişti. Diğer balıklar Metinin heybesinde. Metini aradım az aşağıda meyvecide ekmeğin gelmesini bekliyormuş. Bülentle buluşmuşlar. Bülent önden gidip Metini bekliyormuş.



Yemekten sonra tekrar yola çıktık ve yaklaşık bir 2,5 km sonra bir mola daha verdik. Ben bu fotoğrafı kesilmiş bir ağacın köküne oturarak çektim. Burası karınca yuvasıymış. Üzerimi bir anda kocaman karıncalar sardı. Arkadaşlarımın yardımı ile kurtuldum.




Yolcu yolunda gerek. Bundan sonraki molamızı 2,5 km sonra Milliparkta verdik. Burada Atakan kalmak istedi ama sonra fikrini değiştirip gelmeye karar verdi. Hızım 7,5-9 km arasında en fazla 10 km oluyor. Km sayacındaki son hane sanki hiç hareket etmiyor. Bakmamaya karar veriyorum. Bir süre sonra 2 km yol yapmışımdır diyerek baktığımda sadece 200-300 metre yol aldığımı görüyorum. Yol bitmek bilmiyor.

Bu bölümde yolun eğimi azaldı ama bizdede hal kalmamıştı. Hem Atakandan kopmamak hemde biraz daha dinlenebilmek için molaları iyice sıklaştırdık. Sonunda önümüzde sadece 4 km kalmıştı.




Sonunda ayı çeşmesine geldik. Dinçer,n söylediğine göre eskiden ayılar bu çeşmeden su içerlermiş. Çeşme onarılmış ve çok modern hale getirilmiş. Su buz gibi ve sürekli akıyor. Oldukça da lezzetli.

Çeşmeden birkaç yüz metrelik düz bir yoldan sonra Uludağ tabelasının olduğu oteller bölgesine vardık. Bu nokta tabelanın gösterdiğinden tam 1 km önde. Yani siz 4 km tabelasını gördüğünüzde bu nokta aslında 3 km uzakta. Artık sıra başarımızı fotoğraflamaya gelmişti.







Askeri eğitim tesisinin önündeki “Dikkat buz düşebilir’’ tabelası tuhafıma gidiyor. Bu sıcakta buzu kim kaybettide başımıza düşecek.

Karşıda görünen nokta Keşiş kaya veya 2. Zirve. Asıl zirve buradan görünmüyor.

Etraf ıssız adeta terk edilmiş bir kasaba havasında.




Dinçer bu pozu vermeyi uzun zamandan beri tasarlıyormuş.Parmağım ya N veya L harfinin ucunda görünsün dedi. Yere yatarak ancak bu kadar çekebildim.


Dinçerin önerisi ile Çobankaya ve Bakacaka doğru yola çıktık. Yolda bir rampa olduğunu duyunca Birolla ben önce pek istekli olmadık. Dinçer rampadan inerken süratinizi arttırın yolun sonunda keskin bir viraj var ama aslında keskin değil, hiç fren yapmadan viraja girin diyor. Nasıl yani deyip Birolla birbirimize bakıyoruz. O devam ediyor o hızla yokuşun yarısına kadar çıkarız kalanınıda hızımızı düşürmeden pedallarız diyor. Yola koyuluyoruz. Dinçer adeta bir kartal gibi süzülüyor yolda. Ben cesaret edemeyip kontrollü iniyor ve o virajı kontrollü dönüyorum. Yokuşun sonunda Kartanesi Oteli var. Şimdi İngilizce yaz okulu olarak hizmet veriyor.


İşte Çobankaya. Herkes kayanın tepesinde. Bizde çıktık. Bülent buraya gelebilse dağcılığa başlangıç olarak tırmanış yapardı.




Etraf kamp yeri. Karavanla gelenler bile var. Hava serin ve nemli.








Burası Kızılay aile kampı. Oteller bölgesi ne kadar tenhaysa burasıda tersine alabildiğine kalabalık.



Çobankayadan ayrılıp Bakacaka doğru yola çıktık. Yoldan az önce üzerine çıkıp bu tarafı görüntülediğim Çobankayayı görüntüledim.

Yer, yer sisin arasında yol alıyoruz.

Sonunda Bakacaktayız. Sisten Bursa görünmüyor. Dizindeki ödem nedeni ile çok istemesine rağmen gelemeyen ve bende bu çıkışımı kendisine adadığım sevgili dostum Erdalı arayıp müjdeyi veriyorum.












Artık dönüş zamanı geldi. Oteller bölgesinde Metini aradığımda Atakanın aşağı inerken kendisine rastladığını ve birlikte olduklarını söyledi. Bulent Milliparkı geçtikten bir süre sonra dönmeye karar vermiş. Burada birlikte son kez fotoğraf çektirdikten sonra Metin ve Atakanın olduğu noktaya indik. Tura katılan Birol ve Metin ilk kez karşılaştılar. Metin ve Atakan rüzgarlığını bense yeleğimi giydim. Yola çıktık. İniş araçlardan daha hızlı gerçekleşiyor ama bütün yük bileklerime ve avuç içlerime bindiğinden bir süre sonra müthiş ağrılar oluştı. Artık bitsede gitsek demeye başladım. Saatlerce uğraşarak çıktığımız yokuşu 46 dakikada indik.

Yemekten sonra Birolla vedalaştık. Dinçerdense Koruparkta ayrıldık. Hava kararıyordu. Öne Atakan geçti. Hiçbir aydınlatması olmayan Metini ortaya aldık. Bende hem ön arka aydınlatma hemde yelek olduğundan arkaya ben geçtim. Karanlıkta özellikle Metin bisiklet sürmekte zorlanıyordu. Saat 22 de feribot iskelesindeydik. Burada daha önce Trilye gezisinden dönerken yenımıza gelip Mert ve benimle konuşan İDO görevlisi arkadaş yanımıza gelip Uludağ turu için gelenler sizlermisiniz dedi. Evet dedim. Kendiside bir bisikletsever ve formu takip ediyor. Adını sormayı yine unuttum. Kendisini tanıtırsa sevinirim.(Daha sonraki Uludağ turlarında Çağlarla tanıştık.)

Gece yarısını az geçe Yenikapıya indik. Metin bizimle gelerek bisikletini bize bıraktı ve taksi ile evine döndü. Kendisini ve bisikletini arabamla evine bırakacaktım ama canım arkadaşım bana kıyamadı. Maceralı bir gezimiz daha sona erdi. Bir süre dağ bayır rampa görmek istemiyorum. Yaz boyunca deniz kenarlarında dolaşacağım. Başka gezilerde tekrar bir araya gelebilmek umuduyla.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder