24 Ağustos 2010 Salı
Sabah 5 saatlik uykunun ardından alarmın çalması ile saat 6.00 da kalktım. Kahvaltıyı hazırlayıp çayı demledim. Anneciğim zaten akşamdan demliğe çayı koyup kahvaltılığı dolaba hazırlamıştı. Kendisi oruçlu olduğu için rahatsız etmek istemiyorum.
6.30 da Gökhan’ı kaldırmak için gittiğimde o da çoktan uyanmıştı. Kahvaltının sonuna doğru İslam aradı. Kapının önünde olduğunu söyledi. Yukarı çağırdım. Yanında Serkan ile birlikte geldi. İlk kez karşılaşmamıza rağmen oldukça sıcak bir karşılaşma oldu. Tanıştık. Daha sonra Gökhanıda tanıştırdım. Bu arada annem gürültümüze uyanıp kalktı. Hazırlıklarımızı tamamlayıp aşağı indik. Bisikletlerimizi yükledik. Ben bu arada arkadaşlarımızı görüntüledim.
Gökhan hala bisikletini yüklemeye uğraşıyor. Matara sorun oluyor.
Bu da İslam’ın bisikleti.
Annem balkondan bizi uğurluyor. Nihayet benimde bir uğurlayanım oldu.
Gökhanda hazır.
Bu günkü yol haritamız:
Artık yola çıkabiliriz. Saat 07.15
Köy içine geldiğimizde Gökhan’ın içecek alması için durduk.
Bende etrafı görüntülemeye başladım.
Yola çıktık ve köyün hemen çıkışında bizi bir yokuş karşıladı. Bu gün etabın ilk başlangıcının güç olacağını gerek yolu bildiğimden gerekse mapmyride dan biliyordum. İşin kötü tarafı henüz ısınamadan tırmanmaya başlayacak olmamızdı.
Dedem ile anneannem bu mezarlıkta yatıyorlar.
Köyün çıkışına geldik ama yokuş devam ediyor.
Köye son bir kez daha bakıyorum.
İslam Gölge.
Gökhan şimdiden geride kalmaya başladı. Daha sonra yokuşta beni geçecek ama gerek bisikleti çok yüklü olduğundan, gerek kondisyonu iyi olmadığından gerekse gücünü ekonomik kullanmayı bilmediğinden yorulup duracak ve bir daha hep arkada kalacak.
Buda yolun devamı.
İlk çıkışı tamamlayıp düzlüğe geldiğimizde bir yandan pedal çevirirken diğer yandan Serkanı görüntüledim. Arkada görünen Marmara adası.
Yine Serkan ve arkada İslam da göründü.
İslam’ın arkasındada Gökhan.
Gökhan toprak yoldan hiç memnun değil. Sen bana yolun böyle olduğunu söylememiştin diyor. Oysaki ben hep yarın kaç km gideceğiz dediğinde km ye bakma yarınki etap bu günkünden çok daha zor diye kendisini uyardım.
Manzara muhteşem. Sırf bu manzara için bu yolu bir kez hatta bin kez daha geçmek isterim.
Yolun devamı ileride görünüyor. Serkanın dediğine göre daha birkaç çıkış varmış ve daha dikleri bizi bekliyormuş.
Çam ağaçlarının arasında ilerliyoruz.
Az önce görünen en dik tırmanışın sonunda Serkan’a ben su molası vereceğim dedim. Uludağ çıkışında bile bu kadar dik çıkış yoktu. Allahtan kısa sürdü.
Her çıkışın ardından arkadan gelenleri bekliyoruz. Gökhan kah bisikletini iterek, kah binerek yol almaya çalışıyor. Her molada daha fazla beklemeye başlıyoruz. Allahtan manzara muhteşem, insan zamanın nasıl geçtiğini ve yorgunluğunu anlamıyor.
Bu da onumuzdeki manzara. Bir an önce o güzelliklere ulaşıp yakından görmek istiyorum.
Kışın sellerin neden olduğu bir yarık.
Çıkacağımız bir yokuş daha.
Bize Yeniköy’e kadar eşlik edecek olan Tekirdağlı dostlarımız.
Aştığımız yollar.
Gökhan bisikletini iterek yanımıza geliyor.
Yeniköy göründü.
Yeniköye doğru gevşek zeminli bir yoldan kontrollü şekilde inerek köy çeşmesinin başına geldim. Ardımdan İslam ile Gökhan da geldi.
Serkan daha hızlı indiğinden benden önce gelip çeşmenin kenarına oturmuştu.
Çeşmenin değişik bir şekli var.
Serkan ile İslam burada bizden ayrılarak Naip üzerinden Tekirdağa dönecekler. Buraya kadar çok yavaş geldik.
İslam ile Serkan yukarıda banklar var isterseniz orada biraz oturalım sonra sizden ayrılırız dediler ve teklifi kabul edip az yukarıdaki seyir terasına gidip 2 ayrı banka 2 şer 2 şer oturduk. O sırada yaşlı bir adam bize selam verdi.
Geldiğimiz yola başarmanın mutluluğu ile baktım.
Yaşlı adamın ismi Saim Pekel. Yıllarca İstanbulda Kazlıçeşmedeki deri fabrikalarında çalışıp Samatyada Pulcu Sokakta yaşamış. Fabrikalar Tuzlaya taşınınca köyüne dönmüş. Gel yanımıza otur dedim. Yok dedi ben delimiyim o aralıklı tahtanın üzerine oturayım, bu duvar daha rahat dedi. Bize nereden geldiğimizi sordu. İstanbul deyince hayret etti. Sonra Deli desem deli değilsiniz, yaptığınız iş akıllı adamın yapacağı iş değil dedi. Yani dedim senin sözlerinden anladığım “Deli değilsiniz ama akıllıda sayılazsınız’’ demek istiyorsun. Evet dedi. Sonra ekledi siz kendinize bir ceza vermişsiniz o cezayı çekiyorsunuz. Sonra tabakasını açıp sigarasını sardı ve dumanı ciğerlerine çekerken küçük radyosundan istasyon aramaya başladı.
Şu evde yaşayan ne kadar şanslı olduğunun farkında mı?
Artık ayrılık vakti geldi. Yolcu yolunda gerek.
Köy çıkışında Uçmakdere yamaç paraşütü atlama istasyonunun yol ayrımına geldik.
Uçmak dereye doğru yola çıktık. Yol yeni yapılmış. Stablize ve mıcırlı. Makineler bu gün çalışmıyor ama tahminim bu sonbahar veya gelecek baharda bu yolda mıcırlı zift ile kaplanarak asfalt hale getirilir. Yol çoğunlukla iniş olarak devam ediyor.
Arada bir tırmandığımızda oluyordu.
Arada bir bu güzellikleri yaşamak için duruyordum.
Yol zemini çok bozuktu. İlk kez bir inişten memnun olmamıştım. Düşmemek için bisikletin hızını kontrol etmeliydim ve her iki freni sıkarak iniyordum. Dönüşte Kömür Limanından İstanbula kadar 1 günde gelmeyi planlıyorum ve bu yolun sonunda buradan veya kara yolundan dönme konusunda karar verecektim. Bu yolu gördükten sonra kara yolunu kullanarak dönmeye karar verdim.
İlk kez bir yokuşu inerken yoruldum duralım dedim. Ellerim artık hissizleşmişti ve parmaklarım, avuç içlerim ve sağ bileğim dayanılmaz şekilde ağrıyor.
Bu gün rüzgar var. Dalgaların kumu kaldırışı buradan net şekilde görünüyor.
Tekrar yola çıktık. İnişin sonunda yokuş çıktık. Yokuş çıkmak hoşuma gitti. En azından ellerim dinlendi. Yokuş sonunda önümde az bir yol kalan Uçmakdereye gitmek yerine tepede bir badem ağacının gölgesinde gökhanı beklemeyi tercih ettim.
Sonunda Gökhan göründü.
Aşağıda görünen noktadan sonra bizi hemen denizin yanından Şarköy’e kadar giden düz bir yol bekliyor.
Uçmakdereye ulaştık. Saat 10.00 oldu. Yaklaşık 20 km yolu 2 saat 45 dakikada aldık. Ortalama süratim 9.6 km. Bu arada Gökhan sabah kalktığında niyetinin İstanbula dönmek olduğunu ama Tekirdağdan bizi yol etmek için gelenlere ayıp olmasın diye devam ettiğini söyledi. Geliboluna erken varısrak Çanakkaleye gideceğini aksi taktirde Geliboluda bir Kampingte kalacağını söyledi.
Artık düz ve asfalt bir yoldayız. Kaybettiğimiz zamanı kazanmak zorundayız.
Gaziköye geldik. Gökhan acıktığını söyledi. Saat henüz 10.45. Bence yorgunluğuna çare olacağını düşündüğünden yemek yemek istiyor. Hiç olmazsa 11.30 olsun diyerek kendisini ikna ettim.
Bu kulübeleri merak edip bir çocuğa sordum. Balık dalyanıymış.
Hoşköye geldik.
Ben bu feneri yıllar önce Marmara adasına gittiğimde görmüş ve Şarköy feneri zannetmiştim. Meğer Hoşköy feneriymiş.
Hoşköy balıkçı barınağı boş duruyor. İstanbullu tekne sahiplerine duyurulur.
Mürefteye geldik. Burada yemek molası verdik. Ben budan sonra turun sonuna kadar sürecek ton balığı ekmek menüsüne başlarken Gökhan lokantadan yemek yemeyi tercih etti. Yemekten sonra 1 TL ye aldığım Gümüşyakadakine yakın büyüklükteki bir karpuzun çoğunu yedik. Yiyemediğimiz 1 dilimi Şarköyde yemk üzere yanıma aldım.
Aşağı Kalamış.
Erikliceyi de geçtik.
Nihayet Şarköye ulaştık.
Şarköy girişinde Gökhanı beklemek için durduğum PVS pencere satan dükkanın içindeki adamla bir süre sohbet ettim. Geliboluya gitmek için Kızılca Terzi yolunu kullanmak istediğimi söyledim. Kızılcaterziden sonra yol toprak ve yokuş. Gelibolu yolunu kullanın 100 metre sonra yokuş bitiyor dedi. Gökhan’ın toprak yol fobisinide göz önüne alarak Gelibolu yolundan gitmeyi kararlaştırdık. Oysa Kızılca Terziyi görmeyi çok istiyordum.
Burada ben kalan karpuzumu yedim, çay içtik ve 13.15 te yeniden yola çıktık.
Şarköyden çıkıp Gelibolu yoluna sapmamızla birlikte yokuşta başladı.
Her yokuşun sonunda duruyorum. Ama artık Gökhanın yanıma gelmesini beklemiyorum. Bana yaklaşınca yeniden pedalları çevirmeye başlıyorum. Çok geç kaldık. Bu arada şarap bağlarının yanından geçerken üzümleri fotoğraflamayı ihmal etmedim. Ama sahibi olmadığından tadına bakmadım.
Yokuşun devam ettiğini görünce durup Gökhanı beklemeye karar verdim. Artık benim gideceğim yere ulaşmam da tehlikeye girdi.
Gökhan geldiğinde durumun nasıl diye sordum. İyi değil dedi. Yokuş 6 km tırmanmamıza rağmen hala devam ediyor ve ne kadar devam edeceğide belli değil, Geliboluya kadar daha 39 km yolumuz var. 45 dakikada 6 km yol alabildik ve önünde daha bu yolun 6/7 si duruyor dedim ve istersen yokuş aşağı sal kendini Şarköye dönüp otobüse bin dedim. Gökhan önce kabul etti. Sonra yokuşun tepesine kadar geleyim dedi.
Yokuşun tepesine geldiğinde yeni bir yokuşun devam ettiğini görünce geri döndü. Buraya kadar yaklaşık 7 saatte birlikte 60 km yol yapmıştık. Saat 14.05 ti.
Artık yeniden yalnızdım. Yokuş 2,5 km devam ettikten sonra yaklaşık 2 km indim. Ardından 500 metrelik çıkışın ardından inmeye başladım. Bu arada Çanakkale tekirdağ karayoluna kadar sürecek mıcırlı bir yolla karşılaştım. Kaybettiğim zamanı kazanmak için mıcıra aldırmadan düz yolda 35 km inişlerde 45 km hızla yol almaya başladım.
Karşıma bir Yeniköy daha çıktı.
Gökhandan ayrıldıktan 8 km sonra Geliboluya 40 km kaldığını gösteren tabela ile karşılaştım.
Çanakkale il sınırına geldim.
Kavakköy.
Karayoluna ulaştım.
Bir ara Saroz körfezi bu kadar yakınımdayken acaba Kömür Limanına gitmeye değer mi diye düşündüm.. Kararım kesindi. Hedefe mutlaka varacaktım.
Bu noktadan az sonra emniyet şeridi bitti. Hele karşı tarafta hiç yoktu. Dönüşüm zor olacaktı. Rüzgar sol tarafımdan şiddetli estiğinden dengede durabilmek için soluma doğru 5-10 derece açı yaparak ilerliyordum. Yanımdan büyük araç geçtiğinde dengem bozuluyordu. Sinir bozucu bir yolculuk yapıyordum.
Geliboluya geldiğimde vakit kaybetmemek için şehir merkzine girip alış veriş yapmaktan vaz geçtim. Alışverişi Fındıklı köyünde bakkaldan yapacaktım.
Gelibolu çıkışında Shell e girip dondurma aldım. Burada yolu sordum. Görevli tarif etti. Beni duyan bir kamyonet sürücüsü o tarafa gidiyorum atla senide götüreyim dedi. Teşekkür edip kabul etmedim. 500 metre sonra yol ayrımına geldim.
Yine yokuş başladı. Sağ dizimin dış tarafı dünden beri 100 km den sonra ağrımaya başlıyor. Acı artık dayanılmaz boyutta ama sol bacağımla pedala yüklenerek gitmeye çalışıyorum.
Fındıklı köyüne geldim. Köye girmeyip yoldan devam ederken tarlada çalışan bir köylüye yolu sordum. İleride sağa sap dedi. Yol üzerinde bakkal var mı dedim. Yok köye gir caminin yanında bakkal dedi.
Bakkaldan 2 tane 1,5 lt su aldım yanımda da 2 lt var. 2 ekmek aldım. Yanımda da yarım ekmek var. Domates, salatalık, biber bulamadım. Karper peyniri yok. Meyva suyuna yer kalmadığından almadım. Köyün içinden yokuşu çıkıp yola devam ettim. Bir süre sonra arkamdan gelen bir motorsikletli köylü nereye gittiğimi sordu. Kömür Limanı deyince yanlış gidiyorsun bu yol Akçaabata çıkar dedi. Geri döndüm.
Ama içimde hep bir şüphe var acaba beni kandırdımı diye. Artık yeniden köye ulaşınca rastladığım bir köylüye yolu sordum. O da az aşağıdan sola sap doğru o yolu takip et tarla yollarına sapma dedi. Bu arada rüzgardan köylünün başındaki şapka uçtu. O ise bana hala yol tarif ediyor. Şapkan gidiyor alsana dediğimde rahat bir şekilde nereye gidece ki nasıl olsa bir yerde duracak dedi. Biz şehirlilerdeki telaştan eser yoktu. Az sonra sapağa geldim. Caminin yanından yukarı devam edeceğime köye girdiğim yoldan geri çıksaymışım yolu kaybetmeyecekmişim. Bu bana gidiş geliş 5 km ye mal oldu.
Yol toprak ve tırmanmaya devam ediyor. Garip bir şekilde alışverişten sonra dizimdeki ağrıdan eser kalmadı.
Yol boyunca birisinden su akmayan 3 çeşmeye rastladım. Bu çeşmeye geldiğinizde yaklaşık 3 km yolunuz kalıyor.
Bu çeşmeden sonra yol dahada bozuluyor ve aşağı inmeye başlıyor. Bu yolun birde dönüşü var.
İşte sonunda hedefime ulaştım. Saat 18.30 olmuştu. Son 4,5 saatte 75 km yol yapmıştım.
Bakalım bu gevşek, taşlı ve dik yolu nasıl geri çıkacağım. İnerken bile bisiklet zor dengede duruyor. Çıkamazsam mecburen iteceğim.
Kömür Limanını birde buradan görüntüleyeyim.
Aşağı inince 2 gence buranın ne özelliği var diye sordum. Denizin dibi akvaryum gibi dediler. Yalnız su çok soğuk diye de uyardılar. Olsun çok terledim çadırımı kurup yerleştikten sonra denize girip temizlenmem gerektiğini söyledim. Nereden geldiğimi sordular İstanbuldan deyince kondisyonun iyiymiş dediler. Çadırımı kurmamla çadır rüzgardan havalanıp uçurtma gibi uçmaya başladı. Çubukları düzleştirip çadırı yere koydum. İçine her bir köşeye ağır birer taş koyduktan sonra çadırı güçlükle kurabildim. Eşyalarımı çadıra yerleştirdim.
Bu da çadırımdan dışarısının görünüşü.
Toplam pedal çevirme sürem.
Maksimum hız. Şarköyden gelirken tırmanışın ardından inişe başladığım zaman ulaştım.
Ortalama hızım.
Bu gün yaptığım toplam yol. Bu arada Çanakkale yolından Fındıklı Köyüne saptığım nokta ile köy arasında 18 km, köy ile Kömür Limanı arasında 7 km mesafe var.
Kendimi Egenin berrak sularına bıraktım ama girmemle çıkmam bir oldu. Deniz çivi gibiydi. Giyindikten sonra batmak üzere olan güneşin fotoğraflarını çekmeye koyuldum.
Bunlar dalma okullarının dalmaya getirdikleri öğrencileri için hazırladıkları çadır alanı.
Güneş adeta denizin üzerinde batıyor.
Mehtapta çıktı. Az sonra güneş tamamen batınca en parlak gök yüzüne bakıp hayallere dalacak, yıldızların arasında kaybolacağım. Çünkü burada elektrik olmadığından gökyüzü alabildiğine karanlık ve yıldızlar daha parlak. Buraya herşeyi geride bırakıp sadece kendimi alarak geldim. Dert yok, tasa yok, fatura yok, sorun yok. Radyo ve TV yok. Gazete yok, haberler hiç yok. Akşam yemeğim ton balığı, yarım ekmek ve 1 adet şeftali.
13 Ocak 2011 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder