Sabah yolumuz uzun olduğundan erken kalkmaya karar verdik. Mert telefonunu 6:30 a kurdu. Yattıktan az sonra yağmur atıştırmaya başladı ama kısa süre sonra durdu. Gece çadıra düşen yağmur damlaları ile uyandım. Kalkıp fermuarı açtım iç ve dış çadır arasında kalan bölgede bulunan ayakkabılarımızın ıslanıp ıslanmadığını kontrol ettim. Bir ara Mert in kalktığını duyunca sabah oldu diye bende kalktım. Ama saat 3.30 sularıymış tekrar yattım. Sonunda alarm çaldı ve kalktık. Giyinip eşyaları ve çadırı toplarken sivrisineklerde bizi yemeye başladılar. Bacaklarımız delik deşik, sabaha kadar kaşındık. Eşyalarımızı bisikletlerimize yükledik. Kahvaltılığımız var ama ekmeğimiz yok onun için kahvaltımızı Fethiye de yapacağız. Mert yerim yok yiyecekleri sen alımısın dedi. Sanki bende yer var. Çantaların kapağı zor kapandı. Benim çantalarımın daha ağır olmasının yanından birde üstüne üstlük çadır taşıyorum. Gelirken de yiyecekleri ben taşımıştım. Ne bu yahu beni ne zannediyor Mert? Sanki süper menim. Yiyecek poşetlerini çamaşır ipinden söküp bisikletimin portbagajına bağladım.
Mert küskünlüğe son vermemi ve birlikte gurup disiplini içinde hareket etmemizi rica etti. Tamam dedim.
Bu günkü yol haritamız:
Mert aradı. Kavşakta beklediğini söyledi Halil İbrahim ile vedalaşıp yola çıktım.
Mert ile buluşup yola devam ettik. Yağmurda şiddetini arttırdı.
Yağmur durdu ve yağmurluklarımızı çıkardık.
Zavallı bisikletim ve zavallı ben. Bir eşek yükü eşyayı yüklenmişiz.
Ölüdeniz bu tepenin arkasında ve az önce aşıp geçtiğimiz tepe kara bulutlar altında.
Oysa burada güneş açtı.
Antalya ya giden iki yolun olduğu kavşağa geldik. Sağ tarafta pek çok tarihi kent var ama bu kentlerin gezilmesini tarihle ilgilenen arkadaşlarımıza bırakıp düz devam ettik. Amacımız yolumuzun 21 km uzayacak olması pahasına Saklıkent i görmek.
Kavşağı geçtikten hemen sonra
Saklıkent kavşağına geldik.
Ana yoldan ayrıldığımız için trafik yok gibi ve keyifli bir şekilde pedal çeviriyoruz.
Bir köyden geçerken kahve görünce durdum. Amacım hem çay içmek hem de Mert i beklemek. Kapı önündeki köylülerle bayramlaşıp sohbete başladım. Az sonra Mert te geldi, kahveye girdik. İlk müşteri biziz. Ben çay içtim, Mert suyu tercih etti. Adamlar Muğla dan geldiğimizi duyunca yaptığınız zor iş dediler. Mert evet zor ama biz dağ bisikletçisiyiz herkes yapamaz dedi bir kez daha. İçimden yapma Mert diyorum bu işin zor olmadığını göstermek için yola çıktım ben. Hem zor olsa yerli yabancı pek çok bisikletçi yola çıkmazdı. Üstelik benim bisikletim şehir bisikleti. Neredeyse konuştuğum herkesin en çok sorduğu soru bisikletin kaç vites olduğu. Zannediyorlar ki vites sayısı çoğaldıkça bisiklet yokuşu kendisi çıkacak. Birde hiç lastik patladı mı sorusu ile çok karşılaştım. Buna her seferinde yanıtım ağzından yel alsındı. Mert devamında biz Pedalsesi bisiklet topluluğuyuz dedi. Köylü nereden bilecek Pedal Sesini adam ne pedalsız mı dedi. Mert hayır www nokta pedalsesi nokta com diyerek yeleğinin arkasındaki yazıyı gösterdi. Hadi Mert gidelim diyerek sohbeti sonlandırdım, yola çıktık.
Otoparka geldiğimde kahya bana yer gösterip davet etti. İyi de bisiklete de park parası mı vereceğiz. Bu arada kanyona girmek istiyorum ama bisikleti bir yere emanet etmem lazım. Bu düşünce karşısında aklımdan kahyaya para verip bisikleti bırakmak geldi.
O sırada Mert geldi ne yapsak derken kanyona girmekten vazgeçtik. Yemek yemeye karar verdik. Bizi davet eden garsonu kıramayıp sırat köprüsü gibi bir köprüden geçerek işletmeye girdik.
Tesiste ağaç evler var. Kahvaltı ve akşam yemeği dahil kişi başı 35 TL. Bu akşam burada ister çadırda ister evde kalın dediler ama programımızda olmadığı için kabul etmedik. Aslında kalınabilecek değişik bir yer.
Menüye bakıp en ucuzu olan alabalık ı seçtik. Yanında kızarmış patates, pilav ve salata var. Mert salatayı ayrı olarak getirmezseniz yemeyiz diye tehdit ederek salatayı kopardı. Nar suyunu ise 5 ten 3 TL ye düşürtünce koladan vaz geçip bende nar suyu içtim ama balıkla nar suyunu asla tavsiye etmiyorum, özellikle kabuğu ile sıkılmış nar suyunu hiçbir şekilde içmemenizi öneriyorum. Balığın yanında rakıyı tek geçerim. Hiç olmazsa bira olmalı.
Buda tesisin ismi ve telefonu. Bir gün ihtiyacınız olabilir.
Bir tarafta keçiler,
Diğer tarafta horoz ve tavuklar.
Bize servis yapan garsonun yanında ekmek ve içecek getiren bir arkadaş daha var. Bir ara bu arkadaş elinde bir bal kavanozu, içinde kesilmiş fındık, kesilmiş fıstık ve kuru üzümlerin kat, kat düzgün bir şekilde dizilip üzeri balla doldurulmuş bir kavanoz, bir boş çay bardağı ve içinde 4 çay kaşığı olan bir başka çay bardağı ile geldi.
Tesisin yüzme havuzu.
Şimdi hazan yaprakları yüzüyor.
Karnımız doydu ve dinlendik. Tekrar yola çıktık.
Rüzgar karşımızdan sert esiyor.
Toz bulutu ilerimizde görüşü azaltıyor.
İlerisi bulutlu. Acaba yağmura mı gidiyoruz.
Köprünün üzerinden 180 derece panoramik görüntü.
Mert köprüyü yandan görüntülemiş.
Saklıkent ten çıkan nehirden uzaklaştık. Çam ağaçlarının arasında yol alıyoruz. Yol kenarında sık, sık yakılmış dallardan kalan küllere rastladım. İnsan burada ne cesaretle ateş yakar anlamıyorum.
Daha sonra kara yoluna çıktık ve yolun karşısındaki Xantos tabelasını görünce yola girdik.
Harabeleri geçip yola devam ettik. Aşağıda seralar göründü. Burada bir motosikletliye rastladık. Patara ya gideceğimizi söyledik. Yolun Kınık a gittiğini, sonra karayoluna çıkıp devam etmemiz gerektiğini söyledi ama yol biraz bozuk karayolundan daha rahat gidersiniz deyince geri döndük.
Ana yola çıktık.
Seracılık çok yaygın.
Eğer motosikletliyi dinlemeseydik Letoon ada uğramış olacaktık.
Patara kavşağına geldik. Eğer deniz kenarında konaklayacak uygun bir yer bulabilirsek burada konaklayacağız bulamazsa Kalkana devam edeceğiz.
Patara da yerleşim bölgesini geçip denize doğru devam ettik. Patara antik kentinin kalıntılarını görmeye başladık.
Yol bir giriş kapısı tarafından kesildi. Kapıda bir kulübe kulübede görevliler vardı. Sahile gitmek için antik kentin içinden geçmek gerekiyormuş ve burası ören yeri olduğundan giriş 5 TL yada 20 TL ye müze kart alacaksınız. 5 kağıdı verelim de konaklayabilir miyiz sahilde diye sorduk. 17:00 de dışarı çıkmanız gerekiyor konaklayamazsınız dediler. Saat 15:45 üstelik 17:00 de hava kararmış olacağından Kalkana karanlıkta gitmemiz gerekecek. Kapıdan dönmek zorunda kaldık.
Tırmanış sona erince Kalkan göründü. Yolun kenarında bir seyir terası vardı. Hem fotoğraf çekmek hem de Mert i beklemek için durdum.
Peş peşe panoramik fotoğraflar çekmeye başladım.
Seyir terası bariyerlerin ardında güvenli bir yerdeydi. Zemin oldukça düzgündü. Mert e manzara çok güzel burada konaklasak ne kadar güzel olur dedim. Mert te fikrimi onayladı ancak daha sonra yanımızda hiç ekmeğimiz olmadığı için, sarhoşla uğursuzla cebelleşmek zorunda kalabileceğimizden ve de yolda devriye gezen jandarmanın güvenliğimiz için burada konaklamamıza izin vermeyebileceğini düşünerek Kalkana doğru devam ettik.
Kalkan a geldiğimizde Mert arkamdan kayboldu. Bir süre sonra 30 TL ye kahvaltı dahil otel bulduğunu söyleyip fikrimi sordu. Tamam dedim. Geri dönüp konuştuğu restauranta gittik. Ali Bey kendisini takip etmemizi söyleyip motosikletine bindi. Kalkan çıkışına kadar rampa çıkarak devam ettik. Kara yoluna çıkınca Patara tarafına yöneldik. Ali Bey az ileride kısa fakat dik bir yokuş var otel orada dedi. Hakikaten az ilerledikten sonra sağa sapıp tırmandık. Sonrasında sola gidip tekrar oldukça dik bir yokuşla karşılaşınca yeter artık deyip bisikletten indim. Bu kadar yükle o yokuşu tırmanmaya çalışıp sakatlanmaya hiç niyetim yok., zaten otelin girişine 20 metre vardı. Bisikletleri bahçeye bırakıp odamıza çıktık. Manzara muhteşemdi. Kaş ayaklarımızın altındaydı.
Duş alıp giydiğim tişört, tayt ve çoraplarımı yıkayıp yemek yemek için yürüyerek Kalkana indik.
Kalkanda dolaştık.
Kebapçıda çorbalarımızı içip kebaplarımızı yedik. Sonrasında otelimize dönüp birkaç gün aradan sonra ilk kez yumuşak bir yatakta uykuya daldık. Gün sonunda 103,5 km pedal çevirdik.
Pedal çevirme sürem 5 saat 50 dakika.
Ortalama hızım ise 17,7 km. Yoldaki tırmanışları ve bisikletimin yükünü göz önüne alınca bence iyi bir ortalama.
Yağmur hafif, hafif yağıyor. Yerler ıslak. Bende ıslanıyorum ama önümde 2600 metre den fazla bir çıkış var onun için yağmurluğumu giymedim. Bekçiye kapıyı açtırıp yola çıktık.
Ölüdeniz i terk edip yokuşa tırmanmaya başlarken bir köpek bana musallat oldu. Git ulan Mert amcana o sever seni diyorum anlamıyor. Yanımda koşuyor, arada bir bacaklarıma ve ön tekerleğe hamle yapıyor. Belli ki oynaşmak istiyor ama ben o ruh halinde değilim. Bir ara acaba sucuğun kokusunu mu aldı diye düşündüm. Köpek bazen geride kalıyor ama sonra yine yetişiyor bana. Yokuşla uğraştığım yetmiyormuş gibi birde bu itle uğraşıyorum. Yokuş bir türlü bitmek bilmiyor. Yokuşun başlangıcında tabela %10 luk bir eğim gösteriyordu ama yokuşun sonlarına doğru bir ara eğim o kadar arttı ki neredeyse bisiklet şaha kalkacaktı. Ağırlığımı gidonun üzerine kaydırdım. Arka teker ıslak yolda 2 kez patinaj yaptı. Görünen o ki yokuşun bundan sonrasını çıkamayacağım. Ciddi olarak bisikletten inip itmeyi düşündüm ama itmek binmekten daha zor olduğundan biraz daha denemeye karar verdim ve çıkmayı başardım. Yokuşun en dik noktasını geçtiğimde gördüğüm tabela ile bisikletten inip tabelayı görüntüledim. Burası Likya yolunun başlangıç noktasıymış.
Hisarönü nü ve sonrasını hafif eğimde tırmanarak geçtik. Sonrasında inişe geldim. Mert arkadan geliyor yine. İnişte biraz ilerledikten sonra çıkarken mola verdiğim çeşmede suyumu doldurdum ve yağmurluğumu giyip kendimi yokuş aşağı bıraktım. Bir ara önümde giden arabayı geçtim. Fethiye ye doğru hiç pedal çevirmeden süzülüyordum. Yol kenarındaki bir marketin önüne geldiğimde durup Mert i bekledim. Marketten ekmek alıp kahvaltı yapacağımı söyledim. O Fethiye de kahvaltı yapacağını söyledi. Aşağıda Saklıkent tabelası var önünde buluşalım dedim. Mert yola devam etti.
Markete girdiğimde market sahibi eşi ve küçük oğlu ile kahvaltı yapıyorlardı. 1 ekmek ve vitamin ihtiyacımı karşılamak için 1 kg mandalina aldım. Bisikletimin yanına dönüp ekmeğimi ikiye bölüp ortasını açtığımda market sahibi kahvaltı yapacağımı görüp beni kahvaltıya çağırdı. Teşekkür edip yiyeceğim var, yükümü hafifletmem lazım desem de boş ver sonra hafifletirsin diyerek zorla sofraya oturttu. Bari ekmek benden olsun deyip tabureye çöktüm. Masada neler yok ki? Sucuklu yumurta (başımıza ne geldiyse bu sucuklu yumurta sevdasından geldi), beyaz peynir, kaşar peyniri, tereyağı, bal, reçel, Kıbrıslıların çakıztez dediği kırk yeşil zeytin, siyah zeytin, reçel ve en önemlisi çay. Bu gün çaya hasretimin 5, günü. Karnımı doyurdum, market sahibi ile sohbete başladım. Aslen Eskişehirliymiş. Eskişehir in kış soğuğundan kaçıp buraya yerleşmiş. Yazın çok sıcak olduğunu, klima olmadan yaşamanın imkansız olduğunu söyleyip yazın kalabalığından, gürültüsünden şikayet ediyor.
Artık ayrılma zamanı geldi. Beni misafir eden Halil İbrahim ve sofrasından kalanlarla bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Bu arada ben gözümdeki gözlüklerle kahvaltı yaptığımın bu fotoğrafı görene kadar farkında değildim. Hala alışamadım bu gözlüklere ama artık yokuş inerken rahat ediyorum, gözlerim yaşarmıyor.
Marketin ismi görünecek şekilde de bir fotoğraf çektim. Borcumu bu şekilde ödemeye çalışayım. Fethiye den Ölüdeniz e bisiklet turu yaparsanız yerleşimin bitme noktasında soldaki Korkmaz marketten alış veriş yapın. Hem yiyeceklerinizi daha az taşımış olursunuz hem de güler yüzlü bir dost sahibi olursunuz. Üstelik fiyatlar da uygun.Zavallı bisikletim ve zavallı ben. Bir eşek yükü eşyayı yüklenmişiz.
Ana yoldan ayrıldığımız için trafik yok gibi ve keyifli bir şekilde pedal çeviriyoruz.
Saklıkent e yaklaşınca gözlemeciler çoğaldı. Çoğunda kredi kartına 0 komisyon yazısı vardı. Hele bir tanesi o kadar abartmıştı ki işi wireless internet hizmetleri olduğunu yazmıştı.
Saklıkent e geldik.
Otoparka geldiğimde kahya bana yer gösterip davet etti. İyi de bisiklete de park parası mı vereceğiz. Bu arada kanyona girmek istiyorum ama bisikleti bir yere emanet etmem lazım. Bu düşünce karşısında aklımdan kahyaya para verip bisikleti bırakmak geldi.
O sırada Mert geldi ne yapsak derken kanyona girmekten vazgeçtik. Yemek yemeye karar verdik. Bizi davet eden garsonu kıramayıp sırat köprüsü gibi bir köprüden geçerek işletmeye girdik.
Menüye bakıp en ucuzu olan alabalık ı seçtik. Yanında kızarmış patates, pilav ve salata var. Mert salatayı ayrı olarak getirmezseniz yemeyiz diye tehdit ederek salatayı kopardı. Nar suyunu ise 5 ten 3 TL ye düşürtünce koladan vaz geçip bende nar suyu içtim ama balıkla nar suyunu asla tavsiye etmiyorum, özellikle kabuğu ile sıkılmış nar suyunu hiçbir şekilde içmemenizi öneriyorum. Balığın yanında rakıyı tek geçerim. Hiç olmazsa bira olmalı.
Bir tarafta keçiler,
Alıp almamanız önemli değil tadına bakın diyerek çay kaşığı ile bal verdi yedim. Kaşığı boş bardağa koydu. Diğer bardaktan kaşık alıp Mert e de bal verdi. Mert in boşalan kaşığını da benim bal yediğim kaşığın yanına koydu. Yine temiz bir kaşık alıp fındıklı fıstıklı baldan alıp bana ve Mert e tattırdı. Nasıl dedi. Güzel ama alamayız yerimiz yok dedim.
Arkadaş gitti ama az sonra elinde 1 büyük 1 küçük kavanoz bal, 1 krem kutusu benzeri minyatür kavanoz ve bir poşette kuskus gibi bir şeyle geldi. Balın çok kaliteli olduğunu, abisinin 300 kovanı olduğunu söyleyip büyük 10, küçük 5 TL dedi. Minik kavanoz için afyodizyak dedi. Poşettekilerde her ağrıya iyi geliyormuş. Teşekkür edip alamayız dedim. Afyodizyak kutusunun üzerindeki etiket ilgimi çekti. Bereket tanrısının silueti vardı. Gözümde gözlüklerim olmadığı için makro çekim flu çıkmış ama ilginç olduğu için sizlerle paylaştım.
Etiket İngilizce hazırlanmıştı ve ilgimi çeken ibare bir gecede 5 kez sevişebilirsiniz yazıyordu. Adam kafaya koymuş kesin bize bir şeyler satacak. Bunu geç dedim, sevişecek kadını bulursak 5 keresi de kusur kalsın. Ağrımızda yok bunu da kaldır. Sana yardımcı olmak istiyorum ama hiç yerim yok ve yüküm çok fazla dedim. Ama küçük kavanozu alayım. Mertte 1 küçük kavanoz bal aldı.Tesisin yüzme havuzu.
Karnımız doydu ve dinlendik. Tekrar yola çıktık.
İlerisi bulutlu. Acaba yağmura mı gidiyoruz.
Köprünün üzerinden 180 derece panoramik görüntü.
Yolumuzu gösteren tabela.
Saklıkent ten çıkan nehirden uzaklaştık. Çam ağaçlarının arasında yol alıyoruz. Yol kenarında sık, sık yakılmış dallardan kalan küllere rastladım. İnsan burada ne cesaretle ateş yakar anlamıyorum.
Daha sonra kara yoluna çıktık ve yolun karşısındaki Xantos tabelasını görünce yola girdik.
Antik kentin kalıntıları.
Harabeleri geçip yola devam ettik. Aşağıda seralar göründü. Burada bir motosikletliye rastladık. Patara ya gideceğimizi söyledik. Yolun Kınık a gittiğini, sonra karayoluna çıkıp devam etmemiz gerektiğini söyledi ama yol biraz bozuk karayolundan daha rahat gidersiniz deyince geri döndük.
Seracılık çok yaygın.
Yol bir giriş kapısı tarafından kesildi. Kapıda bir kulübe kulübede görevliler vardı. Sahile gitmek için antik kentin içinden geçmek gerekiyormuş ve burası ören yeri olduğundan giriş 5 TL yada 20 TL ye müze kart alacaksınız. 5 kağıdı verelim de konaklayabilir miyiz sahilde diye sorduk. 17:00 de dışarı çıkmanız gerekiyor konaklayamazsınız dediler. Saat 15:45 üstelik 17:00 de hava kararmış olacağından Kalkana karanlıkta gitmemiz gerekecek. Kapıdan dönmek zorunda kaldık.
Bazen insanın basireti bağlanıyor fotoğraf çekmiyor. Bu da o anlardan birisi. Tekrar geriye dönüp ana yola çıktık. Kalkana doğru pedal basmaya başladık. Bir süre sonra bir benzin istasyonunda ihtiyaç molası verdik. İstasyona gelirken uzakta karşıdaki tepede gittiğiniz yolun 90 derece soluna doğru bir yolun dağa tırmandığını gördüm. Acaba o tarafa mı gideceğiz diye düşündüm, sonrasında yok canım ne işimiz var o tarafta herhalde köylerden birinin yolu dedim. İstasyonda da yolu inceledim ama bizim gideceğimiz yön olmadığına kara verdim. Mola sonrası yola koyulduk. Yol hafif bir inişle devam ediyordu. Az ileride bir köpek bana doğru hamle yaptı. Hoşt deyip sağ ayağımla bir tekme savurdum havaya. Bir günde iki kez bir köpeğin yılışması tahammül sınırımı zorladı. Daha sonra geriye baktığımda Mert durmuş köpeği seviyordu.
Az sonra yol sola doğru döndü ve bingo. Deminden beri kestiğim yol bizim gideceğimiz yöndü. 3500 metrelik bir çıkış bizi bekliyordu.
Çıkışın eğimi yumuşaktı ama gel gelelim bisiklet bir türlü gitmiyordu. Yine sürtünme kuvveti yüksek olan bir yolda gidiyorduk. Bir ara yolun inmekte olduğunu fark ettim ama yine giderken zorlanıyordum. Yol kenarındaki su kanalında su akıyordu ama işin enteresanı su benim gidiş yönüme ters akıyordu. Eğer iniyorsak suyunda benim gidiş yönümde akması gerekiyordu. Bazen göz yanılması oluyor. Benzer bir durumu yine Mert ile Eskişehir e giderken olmuştu. Her ikimizde indiğimizi düşünüyorduk ama Mert in saatinin altimetresi tersini gösteriyordu.
Çıkışın sonlarına doğru soldaki tepede bulutların tepeyi kapladığını gördüm.
Tırmanış sona erince Kalkan göründü. Yolun kenarında bir seyir terası vardı. Hem fotoğraf çekmek hem de Mert i beklemek için durdum.
Peş peşe panoramik fotoğraflar çekmeye başladım.
Seyir terası bariyerlerin ardında güvenli bir yerdeydi. Zemin oldukça düzgündü. Mert e manzara çok güzel burada konaklasak ne kadar güzel olur dedim. Mert te fikrimi onayladı ancak daha sonra yanımızda hiç ekmeğimiz olmadığı için, sarhoşla uğursuzla cebelleşmek zorunda kalabileceğimizden ve de yolda devriye gezen jandarmanın güvenliğimiz için burada konaklamamıza izin vermeyebileceğini düşünerek Kalkana doğru devam ettik.
Duş alıp giydiğim tişört, tayt ve çoraplarımı yıkayıp yemek yemek için yürüyerek Kalkana indik.
Kalkanda dolaştık.
Kebapçıda çorbalarımızı içip kebaplarımızı yedik. Sonrasında otelimize dönüp birkaç gün aradan sonra ilk kez yumuşak bir yatakta uykuya daldık. Gün sonunda 103,5 km pedal çevirdik.
Ölüdeniz den inerken 62.9 km hıza ulaştım.
Pedal çevirme sürem 5 saat 50 dakika.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder