01 Aralık 2010 Çarşamba
Bu günü Ölüdeniz de geçireceğimizden erken kalkmamıza gerek yoktu ama yine erken uyandım. Makinemi alıp çadırdan dışarı çıktım. Hava parçalı bulutlu. Sahilde çadır kurulmuş. Eskişehir plakalı araba ile gelmişler. Kuma çadır kuranları hiç anlamıyorum. Çadırın içi kum dolar. Mecbur kalmadıkça kuma çadır kurma taraftarı değilim. Rüzgarda çadır kazıkları kuma tutunamaz.
Yazın buralar cıvıl, cıvıldır. Mert te kalkmış. Sahilde Eskişehir den gelenlerle sohbet ediyor.
Etrafta çok sayıda kedi var. Ve üstelik açlar. Ekmek attığımızda bile birbirlerini yiyorlar kapmak için. Kedileri çok seviyorum. Bu kedinin rengi değişik ve çok güzel.
Kampı dolaşmaya devam ettim.
Ulu okaliptus ağaçları ayrı bir güzellik katıyor kampa. Yazın insanlar bir ağaç gölgesi kapmak için yarışıyorlardır.
Gerçi bende zeytin ağacı ile genç okaliptus ağacının altına kurdum çadırımı.Buda yol haritam:
Ölü deniz çıkışında rampa başladı ama kısa bir süre sonra bitti. Yol kenarında Babadağ 13 km tabelasının gösterdiği merdivenleri çıkıp bir fotoğraf çekmek istedim. Amacım o meşhur Ölüdeniz fotoğrafını yakalayabilmek.
Görüntüyü beğenmedim ve zoom yaparak bir poz daha çektim. Görüntü fena değil ama daha iyi bir fotoğraf için hem daha yükseğe çıkmalıyım hem de sağa kaymalıyım. Ama merdivenler birkaç basamak sonra bittiğinden şu anda eğimli ve gevşek arazideyim üstelik bende yükseklik korkusu var. Daha şimdiden nasıl ineceğimi düşünmeye başladım.
Aşağı inip yoluma devam ettim. Yol düzelmişti. Bu muymuş dik rampa diye Çağlar’ın kulaklarını çınlattım.
Bu muhteşem manzarada yol arkadaşımı da görüntülemeyi ihmal etmedim.
Bir panoramik çalışma daha. Bu gün tüm tur boyunca çektiğimden çok daha fazla panoramik görüntü çektim. Ama ne yapayım her şey o kadar güzeldi ki gördüklerimi sizlerle de geniş açıdan paylaşmak istedim.
Buda yakından görünüşü. Mavi mağara.
Yolcu yolunda gerek diyerek yokuşlara vurdum kendimi.
Ölüdeniz buradan da görülebiliyor.
Arkada görünen tulumbayı görünce boşalan mataramı doldurmak için durdum. Ama tulumbadan su gelmiyor. Boş matara ile yola çıkmışım ve bu noktaya kadar su doldura bileceğim çeşme yok.
Döne, döne çıkan yokuşları aşarken bir yerde dizi veya film çekimi vardı. Set görevlileri bana çok ilgi gösterdiler. Kimi gülümseyen gözlerle beni kutlarken kimi açıkça bravo diyordu. İtelim mi diyende vardı yorulmuyor musun diyen de. Bende onlara gülümseyip el sallayarak yanıt verip yokuşu çıkmaya devam ettim.
Sonunda yokuşun bittiği noktada bir İngiliz kadın ve İtalyan erkekler karşılaştım. Kabak koyuna kadar yürüyerek gitmişler şimdi dönüyorlarmış. İleride su varmı dedim, yolda birkaç tane çeşme olduğunu, ayrıca marketten ve George Houstan içecek temin edebileceğimi söylediler.
Bu çifte akşam üstü Ölüdeniz sahilinde tekrar rastladım.Kabak koyuna 6 km yolum var. Kelebekler Vadisine dönüşte uğrayacağım.
İleride rastladığım köylü kadınla bayramlaşıp sohbete başladı. Kadın İstanbul dan Muğla’ya gelip oradan beri bisikletle Antalya ya gitmek için pedal çevirdiğimi duyunca şaşırdı. Burada Kelebekler vadisine de gideceğimi söyleyince yapamazsın dedi. Neden diye sordum. Sağlam adamlar bile yapamıyorlar dedi. Ben sağlam değimliyim diye tepki gösterdim. Sonra anladım ki kadın benim bu noktadan vadinin dibine inmek istediğimi sandığı için yapamazsın demiş. Sağlam adamdan kastı da techizatlı dağcılarmış. Kadın laf arasında 100 yaşında olduğunu buradakilerin uzun yaşadıklarını söyledi. Kadına 75 ten fazla değilsin dediğimde 66 Yaşında olduğunu söyledi. Bu hoşsohbet kadından müsaade isteyip ayrıldım. Bu arada kadının görüntüsünü türbana başörtüsü diyenlere ithaf ediyorum.
Çam ağaçları arasında denize tepeden bakarak harika bir ortamda pedal çeviriyorum. Çam kokusunu derin nefesler alarak soluyorum. Her ne kadar bu derin nefes yokuş çıkmamdan kaynaklansa da.
Yokuş bitti sağda toprak bir yol var ve yolun başında bir ahşap tabela var. Shambala diye bir yer. Bungalowlu bir kamp veya tatil köyü. Yogada varmış. Yok arkadaş yoga bizi bozar deyip bir an önce Kabak koyuna ulaşmak için yola devam ettim.
Geri dönüp Shambala tabelasına geldim.
Yalnız ortada garip bir durum vardı. Yakından bir yerden hoparlörle ilahi yayını yapılıyordu. Nereden geldiğini bulmak için araştırmaya başladım.
Araştırmaya devam etmeye karar verdim. Yakında koya nazır bir ev var yayının oradan yapıldığını zannediyorum. (Video akıcı olarak devam etmezse kesik, kesik gösterimi bittikten sonra yeniden Play tuşuna basarsanız akıcı olarak izleyebilirsiniz.)
Bulunduğum yerden aşağının görünüşü.
Bir süre sonra yol kazılıp zannedersem alt yapı çalışması yapıldığı için gevşek zeminden dolayı bisiklet ile inmeyi güçleştirdi. İnip bisikletimi itmeye başladım ve manzaranın güzelliği nedeniyle yol tekrar düzeldikten sonra da binmedim. Sürekli fotoğraf çekiyordum. Bu arada yukarıdan hoparlörden yayın devam ediyordu. Ses sure sonuna gelince sadak Allah ül azim, el Fatiha diyor ve bir Fatiha okuma süresi kadar susup sonra tekrar okumaya başlıyordu.
Yayın hala devam ediyordu. Acaba bu yayını yapan bir akıl hastası mıydı? Yoksa burası bir tarikat tekkesi miydi?
Koy bu noktadan dik bir şekilde aşağıda olduğundan ses aşağı indikçe azalıyordu ama bu gecede devam ediyorsa yine de dayanılmazdı. Koyu yeterince gördüğümden daha aşağı inmedim, geri döndüm. İnerken bisikletimi itmiştim ama çıkarken binerek çıktım. Sadece kazılıp kapatılmış bölümde bisikletimi ittim.
Bundan sonra Faralya ya yani Kelebekler vadisine kadar yol kenarındaki ağaçlardan nar koparıp yiyerek yola devam ettim ama akşama doğru yediğim ekşi narlar yüzünden çeşmeden su içerken diş köklerim sızlamaya başladı. Faralya ya geldiğimde George House un bahçesine gidip kelebekler vadisini seyrettim.
Vadi çok dikti. Köylü kadının dediği gibi benim inmem mümkün değildi.
Buralardan ayrılmak gerçekten çok zor. Durup, durup fotoğraf çekiyorum.
Ölüdeniz e ulaştım. Sabahtan beri bir şey yemedim ama kampa gidip mayomu giyip bu plajda denize girmem lazım.
Bu gün 39,8 km pedal çevirmişim. Bunun yarısı iniş, yarısı da çıkış.
Kampa gelip mayomu giymek için çadıra girdiğimde matımın üzerinde ekmek parçaları gördüm. Mert herhalde acıkıp ekmek yemiş ama insan düşen parçaları toplar dedim kendi kendime. Denize girip geri geldikten sonra giyindim. İyice acıktığımdan ekmek yemeye karar verdim. Bu arada Mert gelmiş ve oda denize gitmiş ama plajda karşılaşmadık. Ekmeği elime aldığımda ekmeğin ucunun, kaşar peynirinin bir kısmının kedi tarafından yendiğini fark ettim. Meğer ekmek parçalarını kedi bırakmış matımın üzerinde. Sucuk yenmemişti. Demek ki kedi ben geldiğimden kaçmış. Çadırın yiyeceklerin bulunduğu köşesinde ceviz büyüklüğünde bir yırtık vardı ve yırtığın yan tarafı da yüzlerce tırmık darbesiyle kevgire dönmüştü. Benim yeni alıp ilk kez bu seyahatte kullandığım su geçirmez çadırım mahvolmuştu. Sinirlerim bozuldu.
Kaşar ekmekle açlığımı bastırdım söylenerek. Kediler etrafımı çevirdiler sanki bir önceki günden daha fazlalar. Artık kedilerden nefret ediyorum. Hiç birisine bir lokma bile ekmek vermedim. Bunun tek sorumlusu Mert in bir servet ödeyerek aldığı o lanet sucuk ve çadırın kapısını iyi kapatmamasıydı. Yiyecek poşetini ve çadırı kedilerin şerrinden korumak için çamaşır ipine astım. Keşke bunu daha önce yapsaydım. Aslında daha önce bir kampçılık makalesinde ormanlık alanda kamp yaparken yiyecekleri yaban domuzlarından ve hayvanlardan korumak için en az 3 metre yükseğe bir ağaca asmak gerektiğini okumuştum. Ama ağaca assam kediler yine geleceğinden ve kedinin bu derece saldırgan olacağını düşünmediğimden bu tedbiri uygulamadım. Mert denizden geldi ve giyindi. Rüzgar nedeni ile uçamamış bütün gününü Babadağ ile Ölüdeniz arasında geçirmiş.
Sonunda dayanamayıp Mert e çadırı açık bırakmışsın kedi içeri girip çadırı parçalamış, şart mıydı o sucuğu alıp kedilere davetiye çıkartman diye patladım. Mert in çadırı kapattığını söyleyip savunmaya çekilmesi ile benim sesim iyice yükseldi. Mert te cevap veriyordu. Çevredeki az sayıda insan bize bakıyordu. Tartışmayı sonlandırmak ve sinirimi yatıştırmak için Ölüdeniz sahiline gittim. Bir bira alıp gün batımını fotoğraflamaya başladım.
Çok güzel geçen günüm sucuk ve kediler yüzünden berbat olmuştu.
Az önce gelen bir gurubu götürmek için kelebekler vadisine servis yapan tekne kıyıya yanaştı.
Gün batımından sonra kampa döndüm. Mert makarna yaptı, sabah vaktimiz olmayacağı için kalan 2 yumurtayı sucukla yedik ve sucuk hala bitmedi. Bu arada etrafımız bir kedi ordusu tarafından sarıldı. Masaya atlamaya çalışıyorlar. Defolun pis hayvanlar diye kedileri bir taraftan kovalarken diğer taraftakiler masaya yaklaşıyordu. Bu kediler nerede ise bizi yiyecekler. Kamp bekçisi kedilerin çok beter olduğunu, bir süre önce kendi odasının kilidini açan kedinin yemeğini yediğini söyleyip çadırın fermuarını kedi açmıştır diyor. Mert fermuarı aşağıya doğru değilde yukarıya doğru kapatsaydın kedi fermuarı açamazdı diyor. Keşke kedi fermuarı hemen açsaymış veya kapı açık kalsaymış. Yiyecekler giderdi ama çadır sağlam kalırdı.
Yemekten sonra kendimle baş başa kalabilmek için tekrar Ölüdeniz e gidip boş sokaklarda dolaştım. Mert istersem buradan ayrılıp geri dönebileceğini söyledi kabul etmedim.
Bu fotoğraftaki bütün yerleri karadan ulaşarak gördüm. Dalyan, Göcek, Ölüdeniz, Mavi Mağara ve Kelebekler Vadisi.
Yağmur atıştırmaya başlayınca geri döndüm. İnşallah gece su içinde yüzer vaziyette uyanmayız. Şimdiye kadar hiçbir ğezi yazısında bu tür çatışmalar anlatılmamıştı veya ben rastlamadım.her halde bu bir ilk. Ama hiçbir zaman her şey dört dörtlük olmuyor mutlaka sorun çıkabiliyor. Aile içinde yer, yer tartışmalar, küskünlükler nasıl yaşanıyorsa turda da yaşanması gayet doğal. Eğer ortada bir problem varsa bunda tarafların tamamının mutlaka payı vardır, sadece hata payları değişiklik gösterir. Mademki insanlara bir tanıtım yapıyoruz, bir konuda bilgilendirmeye çalışıyoruz bunlarında paylaşılmasından yanayım. İnsan genelde bu tür durumlarda karşısındakini suçlayarak kendisini psikolojik olarak rahatlatır. Hep başımıza gelen belalarda suçu bir başkasının üzerine atarız. Asla hata bende demeyiz. Bu çocukluğumuzdan başlayarak ölene dek devam eder. Çocukken düştüğümüzde, canımız yandığında hep senin yüzünden diye yanınızdaki arkadaşınızı veya bir büyüğünüzü defalarca suçladığınızı anımsayın. Bu olayda asıl hatalı olan bendim çünkü Mert e göre tur bisikletçiliğinde daha tecrübeliyim ve yiyeceklere hayvan gelmesi konusunda bilgi sahibiydim. Sucuk alınması mazeret değildi. Hayvanlara davetiye çıkaran yiyeceklerin çadırda kesinlikle bırakılmaması gerektiğini (içeride olsak bile) her ikimizde net bir şekilde öğrendik. Eğer mutlaka alınacaksa da dışarı koku sızdırmayacak küçük buzdolabı saklama kapları kullanılmalıdır. Bu tür yiyeceklerle çadırda uyumak hayatımızı kaybetmemize bile neden olabilir. Birde çadır kapısının fermuarının yukarı doğru kapatılması gerektiğini öğrendik. Her zaman en iyi tecrübe yaşanarak elde edilen tecrübedir yeter ki bu tecrübe onarılmaz zararlara neden olmasın.
Çadıra gelince ıslak zemine bile yapışan Duck marka gri renkli bir bant var. Çadırı onunla tamir edeceğim.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder