25 nisan 2010 Pazar
Bu hafta tur olmadığından Pazar gününü Serap'a ayırmıştım. Turlar başladığından beri önce ortaya çıkan sıcak ve samimi yaklaşım artık yerini her Pazar, her Pazar diyerek klasik memnuniyetsizlik şikayetlerine bıraktı. Her ne kadar seninde bisikletin var, sen de gel desemde trafikte süremem diyerek hemen karşı çıkıyor. Cumartesi akşamı bisikletin beni çağırdığını hissettim. Koskoca bir Pazar günümü akraba ziyareti ile geçiremezdim. Ev beni boğardı. Bisikletin üzerine çıkıp özgürlüğüme kavuşmak, bacaklarımda pedal çevirecek derman kalmayıncaya kadar sürmek istiyordum.
Aniden kararımı verdim sabah erken kalkabilirsem bisikletime atlayıp bir yerlere gidip gelebilir, ondan sonra da hanımın isteğini yapıp gönlünü alabilirdim. Aklıma Garipçe geldi, gözlerim parıldadı. Bu iyi bir fikirdi. Saat 23 olmasına rağmen uykum geldi diyerek erkenden yattım. Sabah uyandığımda saat 5 ti. Hemen kalktım. Hazırlıklarımı yapıp 5.20 de kendimi sokağa attım. Dışarsı karanlıktı ve sadece sabah namazı için camiye giden bir kaç kişi ile köşe başında bir kaç genç vardi. Pedalllara yüklenip ara sokaklardan caddeye çıktım. Yol boştu ve bisiklet sürmek çok keyifliydi. Gündüz trafiğinde Aksaraydan Saraçhaneye çıkan üst geçitteki sapağı rahatlıkla dönüp Unkapanından Karaköye, oradan da sahili kullanarak Sarıyere yol almaya başladım. Rüzgar vardı.
Daha otobüs seferleri başlamadığından ve tatil günü insanlar biraz daha fazla uyuduğundan yollar çok tenhaydı. Kabataş, Beşiktaşı geçip orta köye geldiğimde saat 6 olmuştu ve Ortaköyün meşhur eğlence mekanları sabaha kadar eğlenen son müşterilerini uğurluyorlardı. Kapılarında birkaç pahalı araba vardı. Kuruçeşmeyi de geçip Arnavutköye geldiğimde solumdaki tarihi eser evlerden birinin bakımlı hali ve balkonundaki kırmızı sardunyaları görünce sırt çantamdan makinemi çıkarıp deklanşöre başmaya başladım.
Yollar bomboş ve İstanbul sanki sadece benim. Az ileride akıntı burnunda balıkçılar yerlerini almışlar denize olta sallıyorlar.
Yatlarda uyuyorlar. Umutla tatil günü gelebilecek müşteri bekliyorlar.
İşte bebek girişi ve bomboş. Gün içinde buradan geçmek mümkün olmayacak.
Kireçburnu benim her boğaz turumda mola verdiğim noktadır. Her zamanki gibi sahildeki Petrol Ofisinin yanındaki kanepeye oturduğumda günek bulutların arasından kendisini göstermeye çalışıyordu.
Ben bisküvimi yerken yanıma gelen sevimli dostumuz bana bakıp beklemeye başladı. Ona da birkaç bisküvi verdim, yedi. Sadece ben bisküvi verirsem yedi, vermediğimde beni tedirgin etmemek için gözlerimi asla gözlerime dikmedi. Oysa nekadar çok yiyeceğe gereksinimi olduğu memelerinden belliydi. Oysa insanlar böyle mi? Bazen bizden daha iyi durumdakiler dilenciliği sarkıntılık boyutuna getirirken gerçek ihtiyaç sahipleri asil ve vakur duruşlarından ödün vermemek adına açlıklarını bile söyleyemiyorlar. Tıpkı bu sevimli dostumuz gibi.
Garipçe karşıdaki burunun arkasında ve Garipçe sırtları bulutların istilasına uğramış. Tıpkı başı dumanlı dağlar gibi.
Yola çıkıp Sarıyer'e geldim. Rumeli Feneri istikametinde ilerledim. İşte karşımda duran bu tepeye çıkacağım. Bir duvar gibi önümde yükselen tepe az sonra çıkacağım dik ve zorlu yokuşuda haber veriyor.
İşte yokuş karşımda duruyor. Bu yokuşu 1,5 ay kadar önce ilk Garipçe gezim sırasında ancak 2 mola ile çıkabilmiştim. Daha sonra Kilyos'a giderken 1 mola vererek çıkmıştım. Bu üçüncü randevumuzdu. Bu sefer hiç mola vermeden çıkmaya kararlıyım.
Koç üniversitesini geçtim. Yolda tek tük koşanlar var. Hepsi ile selamlaşıp yoluma devam ediyorum. Araba pek yok. Kuş sesleri arasında ilerliyorum. İşte sonunda aşağıdan gördüğüm bulut kümesine ulaştım.
Saat 8 e gelirken Garipçedeyim. İşte otobüste geldi. Sahildeki balık lokantalarında çalışanlar iş başı yapmak üzere geldiler. Bu gün Pazar olduğundan kahvaltıya gelen çok olur. Lokantalar gün boyu açık büfe kahvaltıda veriyorlar ama fiyatlar biraz tuzlu. Daha önce geldiğimde kahvaltı için 15 TL ödemiştim. Birde mekan sahibi kıvırcık Ali "İkl müşteri olduğundan senden 15 TL alalım'' demişti.
Burası yıllar önce Karadenizden göç edenlerin yerleştiği tipik bir Karadeniz köyü. Halkının geçim kaynağı balıkçılıktır. Bu yöreye giriş o yıllarda askeri noktadan geçildiğinden yıllarca kontrol altındaydı. Sadece Garipçe ve Rumeli Feneri köyünde yaşayanlar geçebiliyorlardı. 1983 Özal hükümetinin iş başına gelmesinden sonra askeri bölgenin sınırları daraltılıp giriş çıkış serbest hale getirildi.
Gece attığı ağları toplayıp dönen yaşlı balıkçı.
Kediler balıkçıları bekliyorlar.
Asma Altı Balık evi.
İşte az önce adeta uçarak indiğim yokuş önümde uzanıyor. Garipçeye ilk gez gidecekler yokuştan inerken karşıdaki virajı dönüp evleri gördüklerinde süratlerini azaltsınlar. Köy girişindeki kasis bisikletin üzerinden düşmenize neden olabilir. Ben geçen gelişimde rüzgarla yarışarak aşağı inerken gözlerim yaşardığından hiçbir şey göremez oldum ve bisikletin kasise vurmasıyla hopladım. İnişin cazibesine kendinizi fazla kaptırmayın.
Yukarıdan gelirken bu viraj dan sonra hızlanmayın. Bu fotoğrafı çekerken sol tarafımdaki yamaçtan gelen kuş sesleri insanı mest ediyordu. İnanın hiç dönmek istemedim ve burada yaşayanları çok kıskandım.
İşte Garipçe sapağı.
Yol tatlı bir eğimle devam ediyor. İşin ilginç tarafı bu yokuştan inerken bisiklet hızlanacağına aksine yavaşlıyor. Yokuş aşağı bile pedal çevirmek gerekiyor ve üstelik düz yolda sürdüğünüzden daha fazla zorlandığınızdan daha düşük viteste sürmek zorunda kalıyorsunuz. Bu durum sanırım kışın yola tutunmayı kolaylaştırmak için değişik asfalt kullanılmasından kaynaklanıyor. Ama ne gam benim zaten hızlanmaya niyetim yok çünkü kuşlar orkestrasının senfonisi hiç bitmesin istiyorum.
Sanki şehir dışındasınız.
Kuuuuş sesleri ovalara yayılır, insan buna hayran olur bayılır. Yola çıktığımda ipodumu almadığıma üzülmüştüm ama şimdi iyiki almamışım diyorum.
Arada bir ağaçların arasından boğaz görünüyor.
İşte Koç Üniversitesi ve kuş sesleri hala devam ediyor. Üniversiteyi geçtikten az sonra dayanamayıp bu güzelliği sizlerle paylaşmak için bir video çekimi yapmaya karar veriyorum. Yıllar önce Samime Sanay yeni bir kaset çıkarmıştı şimdi hayatta olmayan bir dostum kasedi methederken Samime Sanay'ı dinlemeyen yaşıyorum diyemez demişti. Toprağı bol olsun. Şimdi bende size İstanbulda yaşayıp buralara gelmeyen İstanbulda yaşıyorum diyemez. Buraya mutlaka gelin ama özellikle sabah erken gelin. Motor sesleri ortalığı kirletmeden. Üstelik mümkünse bisiklet ile gelin veya yürüyerek gelin. Yok bunları yapamam derseniz arabanızı Koç Üniversitesinin oralarda bir yere park edip Rumeli Fenerine doğru yorulana kadar yürüyün. Ama mutlaka yalnız gelin. Kuşlar korosunun resitalini yanınızdakinin anlatacağı incir çekirdeğini doldurmayacak konular ve özellikle dertler bölmesin. Kendinizi dinleyin ve hurur bulun.
Buraya gelirken çıktığım o zorlu yokuşun başındayım. az sonra deniz seviyesine ineceğim ama tabi rampayı görüntüleyerek.
İşte inerken görüntülediğim yokuşlar. Umarım bir fikir sahibi olursunuz.
Her bir virajda hem inişi hem de çıkışı göreceksiniz. Yalnız bu yokuş gözünüzü korkutmasın çıkamadığınız yerde bisikleti itersiniz. Fazla uzun değil. Gözünüz korkup gitmekten asla vazgeçmeyin.
Burada 90 lı yıllarda Uyum villaları vardı ve o zamanki belediye başkanı Nurettin Sözen'in kararlı mücadelesi sonucu bu villalar yaptırılmayıp sonunda da yıkıldı. Ama karşı tepelere baktığımızda aynı duyarlılığın devam etmediğini görüyoruz.
Sonunda iniş bitti. Yokuşu görüntülemek uğruna yokuş aşağı süzülme zevkinden mahrum kaldım. Acaba tekrar tırmanıp kendimi hızla aşağı bıraksam mı?
Çayırbaşında Bilice börekçisinde üzümlü fıstıklı kol böreği ile çaydan oluşan kahvaltım. Bu arada saatte 9.00 oldu. Sevgili dostum Metin buranın böreğini çok seviyor. Özellikle de fıstıklı, üzümlüsünü. O gördüğünüz bu porsiyonla da yetinmeyerek üzerine bir porsiyonda bol pudra şekerli sade börek yiyor. Böreğime salladığım her çatalda Metin'i anımsıyorum.
Aşiyan yollarından ses versem duyar mısın? Ben neden buranın panaromik fotoğrafını çekmemişim? Laleler geçmeden tekrar gidip çekmek lazım.
Bebek önlerinde balık tutanların tekneleri.
Arnavutköy Akıntı Burnunda balık tutanlar. İğne atsan yere düşmez.
Balık bol. Oltalar dolu geliyor.
Kabataş Erkek Lisesinin önünde Gültekin'e rastlıyor ve karşı kaldırımdan fotoğrafını çekiyorum. Ağaçların yapraklarının arasından süzülen güneş hüzmeleri hoş bir görüntü oluşturmuş.
Gültekinle konuşurken belgratı istilaya giden gurup görünüyor. Fotoğraf çekerken en arkadaki bisikletin arkası havalanıyor ve ardından bisikletli yere düşüyor. O anda deklanşöre basmışım. Ciddi sonuçlar doğurabilecek bir kaza ucuz atlatıldı. Tolgaya tekrar geçmiş olsun diyorum.
Eminönünde Haliç koşusuna katılanlara rastlıyorum ve bisikletimi son derece yavaş sürerek koşanlara engel olmuyorum.
Sonunda gezi bitti ve eve geldim. saat 11.00 kısa günün karı bu kadar oluyor. Toplam yaptığım yol. 85.9 km
Yaptığım maksimum hız ki bu hıza Garipçeye inerken ulaştım.
Bu da bir kısmı bülbül sesleri arasında geçen toplam pedal sürem.
O kadar kuş seslerinden bahsettim dinletmesem sizlere haksızlık yapmış olurum. Bu da o seslerin videosu. Belki dinledikten sonra gitmeye kesin olarak karar verirsiniz.
13 Ocak 2011 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder