6 Mayıs 2010 Perşembe
Geçenlerde Çatalca ya yaptığım gezide Arnavutköy’e gelip Tayakadın tabelasını görünce uzun zamandır gitmediğim Karaburun’a gitmeye karar vermiştim. Bundan öncekilerde hep araba ile gitmiştim bu küçük köye. Karaburun Karadeniz kıyısında İstanbul’un yanı başında küçük bir balıkçı köyü. Yazın gelen yazlıkçılarla özellikle Pazar günü nüfusu artar. Yinede pek çok İstanbullunun Karaburundan habersiz olduğunu düşünüyorum. Bu gün size Karaburunu tanıtmak ve ilgi alanınıza sokmak istiyorum.
Geçen hafta siparişini verip Pazartesi teslim aldığım yeni yol arkadaşımla bu yolculuğu yapıp tanışmak istedim. Mapmyride da yol haritamı hazırlayıp 6 Mayıs Perşembe sabahı 6.30 da yola çıktım.
Gezinin başlangıcı daha önce yaptığım Arnavutköye kadar aynı olduğundan pek fazla fotoğraf çekmedim. Sadece o gezide fotoğraflamadığım yerleri görüntüledim. O zaman İBB nin tramvay kazasında meydana gelen ölümleri engellemek için yaptığı yaya güvelik alanlarından ve yolu nasıl daralttığından söz etmiş fakat bunu görüntülememiştim. Aşağıda bu uygulamanın fotoğrafını görüyorsunuz.
Habiplere gelirken yol kenarındaki canlı hayvan pazarı göründü. İlk uygulama burada bir araya gelenlerin açık arazide ilkel koşullarda kestirdikleri hayvanı aralarında paylaşmasıyla başladı. Burada 2 tanede deve var ama kesilip kesilmediğini bilmiyorum.
Arnavutköy girişinde Tayakadın yönüne saptıktan az sonra yeni bir yol ayrımına geldim.
Artık şehrin varoş olarak anılan dış mahallelerindeyim.
Taşoluk'u geçtikten sonra karşı tepelerde bir dizi rüzgar enerjisini elektrik enerjisine çeviren jeneratör gözüktü
Artık ormanların arasında kuş sesleri ile ilerliyordum.
Rüzgar jeneratörlerine iyice yaklaştım.
Tayakadın'a ulaştım.
Bir kahvede çay molası verdim.
Moladan sonra yola çıktım ve az ileride bir manda sürüsü ile karşılaştım.
Buradan sola devam edeceğim. Karşıdaki yol İhsaniye ve Kemerburgazdan geliyor. Yola sapmamla birlikte bisiklet adeta durdu. Mıcırın katranla karıştırılmasıyla oluşturulan asfaltın sürtünme kuvveti çok fazla. Yokuş aşağı bile pedal çevirmeniz gerekiyor.
İşte Durusu da göründü.
Çiçekleri gelinlik gibi duran bir ağaç.
Burada insanlar hayvancılık yaptığı için dikkatli seyretmek lazım.
Sonunda Durusu’ya da geldim.
Her yer göz alabildiğine yemyeşil.
Durusu’ya birde yakından bakalım.
Mandanın yöre ekonomisindeki yerini görüyorsunuz.
Yol kenarında katır tırnaklarını görünce durup fotoğrafını çektim.
Daha yakından çekmek isterken aşağıda küçük bir gölet oluştuğunu gördüm.
Size tanıştırmayı unuttum ve işte karşınızda yeni yol arkadaşım. Trek Fx 7.2
Yeniden yola koyulup yeşillikleri seyre dalıyorum.
Sonunda Karaburun'a ulaştım.
İlk geldiğimizde su almak için uğradığımız karşıdaki durak markete nereden denize girebileceğimizi sormuştuk ve oda bizi sol taraftaki yoldan yollamıştı. Buranın en iyi denizi orada diye.
Bende yeniden o tarafa yöneliyorum.
Yol bitti. Buradan sağa devam edeceğim.
One be cennete mi geldim. Baharın ayrı bir güzelliği var.
Yolun sonu tam bir hayal kırıklığı.
Mavi renkli çamur bakır sülfata benziyor yani göztaşı. Toprakta acaba bakır filizi mi var?
O gelişimizde burada keçi yolu olarak tabir edilen bir patika vardı ve biz kıçımızın üzerinde sürünerek aşağıya inerken insanlar ellerinde yanmış mangallarla inip çıkıyorlardı. Bu da şehirli olmamızın kötü yanıydı. Şimdi o yol yok. Şaşkınlık içindeyim.
Güzelim kumsalla irtibat kesilmiş.
Beyefendi buranın işletmecisiymiş. Toprak kışın yağmurdan kayıp yolu yutmuş. Şimdi yeni bir merdiven yapmaya çalışıyor. Çok masraf ettiğinden şikâyetçi.
Güzelimi birde katırtırnaklarının önünde görüntüleyim.
Geldiğim yolu yeniden geri dönerken ne kadar güzel bir manzarayı arkamda bırakarak gittiğimi fark ediyorum.
Karaburun sahilinin köy içinden tepeden görünüşü..
Karaburun sanki uykuda. Hoş daha saatte 10.00
Muhtarlık binasının önü.
Siz bakmayın bugün sakin oluşuna. Burada deniz en az Şile ve Kilyos kadar tehlikelidir.
Limanda bekleyen balıkçı tekneleri. Şimdi kalkan zamanı. Sabah erken gelip avdan dönen teknelerin birisinden canlı kalkan almak lazım.
Yol kenarındaki kiralık pansiyonlar.
Limanın yanındaki uzun kumsallı halk plajı.
İstanbul yön levhasına uymayıp sahil boyunca devam ettim. Amacım başka bir yoldan geri dönmek. Aynı yolu kullanmayı sevemedim bir türlü. Yol kenarındaki bir bahçede ağ onaran 2 kişiyle selamlaşıp buradan İstanbula çıkış varmı diye sordum. Gülerek bu yol kömür ocaklarına gider gidersen 2 çuval kömürü sırtına vurup geri dönebilirsin dediler. Teşekkür edip geri döndüm. Ama ben hala oralarda keşfedilecek yerler ve yaşanabilecek maceralar olduğuna inanıyorum.
İstanbul sapağından Karaburun’a son bakış.
Dönüşte Tayakadında çay içtiğim kahvenin önünden geçerken yan taraftaki lokantanın vitrininde kıarmış piliçleri görünce geri dönüp kızarmış piliç yedim. Lokanta sahibi pek misafirperverdi. Hem oturduğumda hem de yemek sonrası çay ikram etti. Kendisi ile yöre halkının geçim kaynağı üzerine kısa bir konuşma yaptım. Buranın halkı hayvancılıkla geçiniyormuş ama hayvancılıkta bitmiş. Bunun nedenleri buradan geçen yolun trafiğinin artması sonucu hayvanların kamyonlar tarafından telef olması ki hayvanı sahiplensen kamyonun masrafınıda ödemek gerektiğinden kimse telef olan hayvanı sahiplenmiyor dedi. Yem fiyatlarının pahalı oluşu yüzünden maliyetin kurtarmaması dedi. Birde burada genellikle manda yetiştiriliyormuş. Bakımı kolay mandanın dedi. Eskiden kömür ocaklarında açılan ocaklara dolan yağmur suları gölet oluşturuyordu ve mandalarda içine giriyordu. Son yıllarda bu araziler sahipleri tarafından çevrildi. Eskiden 20.000 hayvan vardı şimdi en fazla 2.000 hayvan vardır dedi. Yemekten sonra yola çıktım. Trafik artmıştı ve çok sayıda kamyon vardı.
Sonunda su içmek için bir kavşakta durdum.
Yere oturup suyu çıkarmak için çantamı açmıştım ki yerde küçücük kırmızı bir çiçek dikkatimi çekti. Fotoğraf makinemi elime aldığımda ışıkta duran bir kamyonun şoförü kornaya basıp su işareti yaptı. Kapısını açtım su ister misin dedi. Teşekkür edip aldım. Giderken de arkasından fotoğrafını çektim yardımsever arkadaşın.
Ben şehir dışında seyrederken hiç endişelenmiyorum aksine şehir içini daha tehlikeli buluyorum.
Sonrada çiçeğin fotoğrafını çektim.
Mescidi Selam durağındaki tramvay deposunda ilk yerli vagonları görüntüledim. Bu vagonlar bildiğim kadarı ile henüz kullanılmıyor.
Bu noktadan sonra yoğun şehir trafiğide başladı. Çoğu yerde önünüzdeki arabayı geçebilmek için bir bisikletlik bile yer yok. Bende kendimi güvene almak için şeriti ortalayarak gitmeye başladım.
Artk gezinin sonuna geldim. Burası Merkez Efendi Türbesine giden sokak ve gördüğünüzde meşhur köftecinin önündeki masalar. Buradaki köftecinin ünü birkaç yıl önce Başbakanın burda köfte yemesi ile arttı.
Bu gezide yaptığım 119 km sonunda sona erdi. İstanbul’daki guruplar dikkat ediyorum her hafta belli yerlere gidiyorlar. Oysaki gidecek o kadar çok yer var ki. Karaburun güzel bir belde. Mutlaka gidin ve benim gördüklerimden daha fazla güzelliği görüp keşfedeceğinizden de emin olun.
13 Ocak 2011 Perşembe
YENİ YOL ARKADAŞIMLA KARABURUN (İSTANBUL) GEZİSİ
Etiketler:
Bisiklet
,
İstanbul
,
Marmara
,
Yurt İçi Turlar
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder