Çağlar ile geçen bayramda yaptığımız Gökçeada turundan çok keyif almıştık. Çağlar bu seferki bayram tatilinin Pazartesi gününe gelen arifenin de tatil ilan edilmesi ile 9 güne söyleyip daha uzun soluklu tur yapalım dedi.
Hemen kabul ettim. Gökçeada, Bozcaada mı yapsak, Çanakkale’den aşağılara doğru mu insek derken adaların aşırı rüzgârlı olacağına karar verip vazgeçtik. Ben İzmir’den Antalya’ya doğru gidelim o tarihte oralar daha sıcaktır önerisini yapınca Çağlarda kabul etti.
Ben her turum öncesinde olduğu gibi hemen haritalar hazırlayıp yol planları yapmaya başladım. Bu arada Gökçeada da karşılaştığımız rüzgâr gözümüzü korkuttuğundan hava durumunu beklemeye karar verdik.
Yaptığım harita çalışmalarından İzmir Antalya arasını bizim arzu ettiğimiz şekilde koyları dolaşarak gittiğimiz takdirde günde ortalama 160 km pedal çevirmemiz gerektiği sonucu çıkınca bunun zorluğunu anlatıp Çağlar ile Turu Muğla’dan başlatmaya karar verdik. Bu kararda GPA turunda gördüğüm ve hayran kaldığım Akyaka’ya uğramadan böyle bir turun yapılamayacağı fikrim etken oldu. Hoş Köyceğizden başlamadığınız takdirde başka yolda yok ya.
Yeni başlangıç noktasına göre yeniden defalarca haritalar hazırladım. Googlemaps i veya Mapmyride ı her açtığımda yeni bir rota ilgimi çekiyordu. Bu arada Mert bayramda Kumbağ dan Çanakkale ye doğru gidelim diye teklifte bulundu. Daha önceki 2 turumda geçtiğim Kumbağ Şarköy rotasının resimlerini çok beğenmişti. Kendisine Çağlarla olan düşüncemi açıp arzu ederse bize katılabileceğini söyledim. Mert inde katılımı ile 3 kişi olduk. Tur tarihi yaklaştıkça heyecanımız artıyor ve katılmak isteyen başka arkadaşlarımızda çıkıyordu.
Tur için bir duyuru hazırlayıp Facebook ta ve sonrasında da Pedal Sesinde duyurdum, iyiki de duyurmuşum ve bunu sonradan anladım.
Sonunda tur tarihine 10 gün kala bilet araştırmasına girişince bizim gidiş dönüş tarihlerimizde bilet olmadığı gerçeği ile karşılaştım.
Durumu Mert e ve Çağlara söyledim. Çağlar 1 gün izin alabileceğini söyledi. Mert bilet almak için Kamil Koç’a gittiğinde gidiş olarak 10 Kasım, Dönüş olarak ta 22 Kasım a bilet olduğunu söyledi tamam dedim. Böylece turumuzu ilk planladığımızdan 4 gün daha fazlalaştırmış olduk. Bu benim yeni planlar ve haritalar hazırlamam demekti. İlk planlarımızda Muğla dan Marmaris e geçip Ekincikte konaklamak vardı. Yeni planda çok sevdiğim Akyaka da 1 gece konaklamayı ve Marmaris çevresindeki görmeyi çok istediğim koylar için kalan 3 günü Marmaris çevresinde geçirmeyi plana dahil ettim.
Yeni haritaları ve tur başlangıç bitiş tarihini hem Facebook ta hem de Pedal Sesindeki duyurularıma ekledim. Sevgili Mustafa Dorsay sağ olsun üşenmemiş o kadar haritayı yazılı kağıtlarındaki yanıtları kontrol eden öğretmen ciddiyeti ile tek, tek incelemiş. Taşlıca rotasının çok iyi bir seçim olduğunu yazdı ve beni Marmaris Ekincik arasındaki yolun Aksaz deniz üssü nedeniyle kapalı olduğu, Ekincikten Dalyana gidiş için haritada seçtiğim yolun fiiliyatta olmadığı konusunda uyardı. İyiki de uyardı ve bizi sürpriz yaşayıp tur planımızın alt üst olmasından kurtardı.
Yeni durumu ve yine Mustafa Dorsay’ın tavsiyelerini göz önüne alarak yeni bir takım harita hazırladım. Bu haritaların yazıcıdan çıktılarını aldım.
Artık bir tek çantalarımı ve eşyalarımı hazırlayıp otogarın yolunu tutmak kalmıştı bana. Hazırlıklara önce Mertle Detachlon a giderek başladık. Uzun turların olmazsa olmazı şişme yastık, hafif plaj havlusunu tavsiyem neticesi Mert satın aldı. Bende kendime ilk kez güneş gözlüğü aldım zira kullandığım gözlük gözlerimi rüzgârdan koruyamadığından dik inişlerde 45 km nin üzerine çıktığımda gözlerim sulanıyor.
Buradan çıktıktan sonra Karaköydeki Atlasoutdoor a gidip ispirto ocağı ve tencere takımı satın aldım. E madem sloganım basit yaşamak buna uygun gerekli edevatı da almak lazım. İş ispirto almaya gelince ilk girdiğim tekel bayisi aşırı vergilerden dolayı fiyat yükseldi ispirto yok dedi. Ne yapacağız diye sordum bana çakmak tüpüyle çalışan ocak al veya kolonya kullan dedi. Biraz ilerideki başka bir bayide ispirto buldum ama bulduğumdan emin olamadım. Görmeyeli bu ülkede ispirto da değişmiş. Son gördüğümde maviydi şimdi ise kırmızı, adeta vişne suyu gibi. Artık her şey tamamdı. Bu arada müşteri kılığındaki laftan anlamaz kişilerin her şehir dışına tatile çıktığımda taciz boyutuna varan aramaları sonucu bu kez de telefonumu kapatmaya karar verdim. Hem böylece şarjım daha uzun gitmiş olacak.
Sabah kalktığımda hava çok güzeldi. Gün içinde ufak tefek işlerimi hallettikten sonra otogarın yolunu tuttum.
Yolu 7.7 km sonunda tahminimden önce tamamlayarak otobüsün kalkmasından 1,5 saat önce otogara ulaştım. Görenler bir bana bir de bisikletime bakıyorlardı.
Otogarda bir koşuşturmadır gidiyordu. Siz birde 2 gün sonra görün buraları.
Susurluk Kamil Koç tesislerinde yemek molası için durduğumuzda güzel bir yemek yedik yalnız ödediğim para hedeflediğim bütçenin üzerinde. Bu şekilde yemeye devam edersem tur bitmeden param bitebilir.
Bir ara İzmir Aydın otoyolunda olduğumuzu fark ettim. İzmir’e uğradık mı, uğramadık mı bilmiyorum. Bir ara bir otogara girdik Mert bana baktı ben Mert e. Burası Muğla olamazdı. Küçük bir otogardı. Muğla’yı kaçırsak bile bir şey fark etmeyecekti. O zaman Akyaka veya Marmaris te inecektik ki o zaman tura oradan başlardık. Bir otogara daha girdik. Mert tekrar bana baktı ama ben Muğla otogarını hiç görmedim ki nasıl tanıyayım. Daha önce uğurun arabası ile gitmiştik. İnen yolculardan birisine sorup Muğla’ya geldiğimizi öğrenince indik. Saat 04.05 ti ve dışarıda sıcaklık 9 dereceydi. Bisikletlerimizi indirip tekerleklerini monte ettik, çantalarımı, çadırımı, matımı bağladım. Artık yola çıkmaya hazırdım.
Saat 04:30 da Akyaka’ya doğru yola çıktık. Burası da İstanbul gibi sisliydi.Akyaka’ya geldiğimizde gün yeni ağarıyordu.
Plajda bir tek biz, köpekler ve bol miktarda sinek vardı.
Bu günkü yol haritamız:
Azmak kenarından ilerlemeye başladık.
Her gördüğümde cezp ediyor beni burası. Acaba mehtapta nasıl bir görüntü çıkıyordur ortaya?Azmak kenarından ilerlemeye başladık.
Begonvillerin hastasıyım.
Azmağı ve eşsiz güzelliklerini arkamızda bırakıp dev okaliptus ağaçlarının gölgelendirdiği yolda ilerledik.
Yolun sonunda kara yoluna çıkıp Fethiye yönüne saptık.
Yol ilk başta düzdü ama ilerideki tepeler rampaların habercileriydi.
Mert suyu olmadığını su alması gerektiğini söyledi. Bir rampayı tırmandıktan sonra yol kenarındaki benzinciye girdim. Market kapalıydı, su alamadık. Ben üzerimdeki uzun kollu formayı, rüzgârlığı ve uzun taytı çıkardım. Güneş ısıtıyordu. Az ileride bir marketten Mert su aldı, yola devam ettik.
Köyceğize yaklaştığımızda sağa saparak Ekincik e doğru devam ettik.
Göl solumuzda yola devam ettik. Trafik yok denecek kadar azdı. Çam ağaçlarının altında gidiyorduk. Bir ara mert benim bisikletim daha mı ağır diye sordu. Bu mümkün değildi çünkü bende ekstradan 3,5 kg lık çadır vardı ve çantalarım ağzına kadar doluydu, kapağı kapanmıyordu. Seleden kaldırıp bak dedi. Baktım aynı dedim. Mert hızlı gittiğimi söyleyerek beni uyarıyor. Turun ileriki günlerinde bunun acısını çekeceksin diyor. Elimde değil yokuşları yavaş çıkamıyorum. O zaman daha çok yoruluyorum. Her yokuşun başında ve yol ayrımlarında durup Mert i bekliyorum.
İstanbul’da kalanlardan gelen telefonların ardı arkası kesilmiyor. İnsanların anlayışsızlığı karşısında önce kayıtlı olmayan telefonlara cevap vermemeye başladım, sonunda da telefonumu kapattım.
Çam ağaçlarının arasında gidiyoruz. Neredeyse her ağacın altında arı kovanı var. Sultaniye kavşağına geldiğimizde 12 km yolumuz kalmıştı. Ekincik e doğru yokuşu tırmanırken arılar etrafımda uçuyorlar. Arıların üzerime konmaması için kafamı ve kollarımı sürekli sallıyorum. Bacaklarım zaten doğal olarak çalışmakta. Bir arada arkadaki Mert e bakmak için durup arkama baktığımda Mert seslenerek 3 arı tarafından sokulduğunu söyledi. Gidonun sol elciğini tutmak üzere elimi uzattığımda tesadüfen elciğe baktım ve bir arının konduğunu gördüm. Bakmadan tutsam beni de arı sokacaktı. Olan olmuş devam et dedim Mert’e. Yol boyunca sürekli arılarla mücadele ettim. Bir ara 4. Defa soktular diye arkadan Mert’in sesi duyuldu. Bu arada aramızdaki mesafede açıldı. Arıların olmadığı bir yerde durup bekledim Mert geldi. Kafasından, ensesinden, kulağından ve kasığından sokulmuş. Kulağındaki iğne duruyordu, çekip çıkardım. Yola devam ettik.
Buralar anlatılmaz yaşanır. Sakin, sessiz. İnsan kendisi ile baş başa kalıp kendisi ile hesaplaşıyor.
Bisikletim alabildiğine yüklü.
Bir tekne durgun sularda yol alıyor sakince.
Sonunda yaklaşık 6 km lik bir inişle Ekincik e ulaştık. Bu yolun yarısı çıkış, yarısı iniş. Şimdiden son indiğimiz yokuşu nasıl çıkacağımızı düşünüyorum.
Ekincik sakin bir köy. Yeni yerleşim pek yok. Sahildeki kampinge geldiğimizde kamping kapalıydı ama su vardı, tuvalet vardı ve temizdi.
Kampta yazın kalanların yaptığı bu basit fakat fonksiyonel rüzgârgülü oldukça ilgimi çekti.
Birde yakından görelim.
Kampta beğendiğim bir yere çadırı kurdum.
Ekincik koyunun güzel kumsalı.
Bir yelkenli koya girdi.
Bakkala gittik. Ben Kaşar peyniri, ekmek, zeytin, domates ve içeceğimi aldım. Mert Karper peyniri, sızma zeytinyağı ve salam aldı. Salatamızı yapıp yemeğimizi yedikten sonra yattık ve yatış o yatış. Geceden kalan uykusuzluğumuzu derin bir uyku ile giderdik.
Akşam yemeğini es geçtik.
Bu gün yaptığımız yol 95,5 km.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder