23 Haziran 2012 Cumartesi
Sabah kalktığımda ileriden beyaz bulutların dağların üzerinden gelmekte olduğunu gördüm. Meteoroloji de bir ara sağanak yağmur gösteriyor. Bu durumda günü Borçkada geçirmeye karar verdim. Karagöl ve Macahele gitmek için yola çıkmaya cesaret edemedim. Bunun nedenleri Karadenizin meşhur sağanak yağışına yakalanma korkusu ve çadırda kalırken matım olmadığından yerde yatmak zorunda olmam.
Kahvaltımı yaptıktan sonra hafta sonu tatilini geçirmek için Trabzona gidecek olan oda arkadaşım Ömer Farukla vedalaşıp dışarı çıktım. Dün bisiklet ile geçtiğim köprüden bu sefer yaya olarak geçmek için yürümeye başladım.
Köprüye ulaştığımda ileride yürüyen sırt çantalı iki gezgini görünce adımlarımı sıklaştırıp ilerideki meydanda kendilerine yetiştim. Sohbete başladık.
Sırt çantaları ile otostop yaparak gezdiklerini söylediler. Ümit Orhan'ı tanıyor musunuz o da sizin gibi dolaşıyor deyince Ümitin
www.yolda.org
sitesini takip ettiklerini ve ondan esinlenerek yola çıktıklarını söylediler. Bisiklet dünyasından ise Serkan Taşdelen'in
www.pedalla.com
internet sitesinden tanıyorlarmış.
Genç arkadaşlardan bir tanesinin Mızıkamladünya adlı bir blog sayfası varmış. Bloğunda aşağıdaki yazıda Doğu Karadenize yaptıkları geziyi anlatmış ve bu bölümde benimle karşılaşmalarından da söz etmişler.
mizikamladunya.blogspot.com/2012/08/dogu-karadeniza.html
Arkadaşlar Artvinden Doğu Karadeniz turuna çıkmışlar. Ayder ve Uzungöle gideceklermiş. Bu günkü hedeflerinin Karagöl olduğunu ve geceyi Karagölde geçirdikten sonra Camiliye gideceklerini söylediler. Benimde rotamın aynı olduğunu ama yağmur ihtimali nedeniyle bu günü burada geçireceğimi söyledim. Hep birlikte fotoğraf çektirmeye karar verdik. Esmer arkadaş makinesini yoldan geçen bir beye verip fotoğrafımızı çekmesini rica etti. Bende elimdeki makinemle adamın yanındaki küçük oğlunu görüntüledim.
Sevimli çocuk resmen poz veriyor.
Bende makinemi verip fotoğrafımızı çektirttim. Arkadaşları daha fazla oyalamamak için vedalaşıp ayrıldım. Onlar benim adımı kim olduğumu sorup öğrendiler ama ben nasıl olsa blogdan öğrenirim düşüncesi ile sormadım.
Borçkada neredeyse her sokakta en az bir kahvehane veya çay ocağı var ve her biri güokağa taşan tabureler ve sehpalarda Borçkalılar sohbet edip çay içiyorlar. Bende bir çay ocağına gittim. Dışarıda yer bulamayınca içeriye oturdum. İnsanlar gazete okuyup sohbet ediyorlar. Karşıdaki duvarda asılı küçük dolabın içindeki açma ve poğaçalar gözüme takıldı. İsteyen camekanı açıp istediğini alıyor ve çayla yiyor. Çıkarken de parasını ödüyor. Çayımı içerken cep telefonumdan internete bağlanıp az önce karşılaştığım arkadaşın bloğuna girdim ve blogda yazarın adının olmadığını görünce çok şaşırdım ve üzüldüm. Benim yaptığım gerçekten büyük bir hataydı. İşi sağlama alıp isimlerini öğrenmem lazımdı.
Çayımı içtikten sonra dışarı çıkıp Borçkayı dolaşmaya başladım.
Hava yağmadı ve benim içim içime sığmıyor. Kendi kendime kızıp cesaretsizlikle suçladım. Bu güzel havada yol alma fırsatını kaçırdım diye. Kim bilir şu anda o gezginler nerededir, ne yapıyorlardır? Madem yola çıkmaya cesaret edemiyorum bari hiç olmazsa Macahele minibüsle gideyim düşüncesi ile öğretmen evinin karşısındaki otogara gittim.
Otogarda Macahel minibüsünün çarşı içinden kalktığını öğrenip yeniden çarşıya döndüm. Minibüs bir tv tamircisinin yanından kalkıyor ve tamirci dükkanı aynı zamanda minibüs yazıhanesi olarak kullanılıyor. İçerisi insan ve kocaman çuval ve paketlerden oluşan yük dolu. Minibüs Borçkadan akşam Camiliye gidip sabah Camiliden Borçkaya geliyormuş. Ben sabah gidip akşam gelmeyi düşünmüştüm. Bu şartlarda gitmeye karar verirsem gece Camiliye gideceğimden çevreyi gezmek için 2 gece konaklamam gerekiyor. Tema evinde gecelik konaklama ücretinin 80 TL olduğunu öğrenmiştim. Minibüse de gidiş olarak 20 TL ödesem bu gezinin bana maliyeti 200 TL olacak. Bu benim için çok yüksek bu parayla çadırımda kalarak 2 hafta ihtiyaçlarımı karşılarım. Taksi şoförleri etrafımı sarıp 300 TL ye götürmeyi teklif ettiler, sonra 200 TL ye indiler. Kabul etmeyip geri döndüm. Bu gün Borçkanın pazarı. Pazara uğrayıp domates ve Gürcü bir kadından nektarin aldım.
24 Haziran 2012 Pazar
Sabah kalktığımda hava düne göre daha bulutluydu. Kahvaltımı yaparken hala kararsızdım. Sonrasında şeker değilsin ya eriyesin deyip ne olursa olsun hiç olmazsa Karagöle gitmeye karar verdim. Eğer yağmur hafif yağarsa yola devam edeceğim, şiddetli yağarsa geri döneceğim.
Bu günkü yol haritam:
Find more Mtn Biking in BorÇKa, Turkey
Gideceğim yolun ilk 7 km si Muratlıya giderken geçtiğim yol olduğundan yabancı değil. Geçen sefer Borçka çarşısının içinden geçerek gitmiştim, bu sefer Çarşıya girmeden araç yolundan gideceğim.
Yol bir süre sonra sola dönüp bir köprü vasıtası ile Çoruh nehrinin üzerinden geçti.
Gökyüzündeki bulutların suya yansıması.
Yol köprünün bitiminde daha önce gittiğim yolla birleşti.
2 gün önce buralardan geçmiştim ve yola çıkarken ilk 7 km de fotoğraf çekmem diye düşünmüştüm ama yola çekince fikrim değişti. Bu sefer daha önce gözümden kaçan ayrıntılar objektifime takıldı.
Bu gün şanslıyım rüzgar yok.
Yol ayrımına geldim.
Yol birden dikleşti. Yolun sağındaki taş öceğinden çıkan iki köpek havlayarak bana doğru koşmaya başlayınca canımı dişime takıp var gücümle pedalları çevirip kendimi bölgelerinin dışına atıp kurtuldum. Camiliye 42 km kaldı. Kavşağı Borçka 10 km geride kaldı.
Bu dik yamaçlara o evleri nasıl yapmışlar ve nasıl tırmanırlar oralara. Bu insanlara hayranım.
Yokuş devam ediyor ama ilk başlangıçtaki sertliğini kaybetti. Sabah erken olduğundan ve hava bulutlu olduğundan asfalt erimemiş. Bu yolda bisiklet sürmek çok keyifli. Trafik çok az, az önce Camiliden gelen minibüs yanımdan geçti. Üstü tepeleme eşya doluydu.
Buda sertliğini kaybetmiş yokuşun ardımda kalan kısmı. Bu sertlik tanımı izafi bir şey. Kişiye göre değişir. Benim kolay diye tanımladığım yokuş bir başkasına çok zor gelebilir. Bir başkasının kolay dediği yokuş bana zor gelebilir. Yola boş bisikletle çıktım. Bisikletimi yüklü hissetmek için asla en düşük viteste sürmemeye karar verdim. Böylece bacaklarım zorlanacak ve yüklü bir bisikletle gidiyor hissine kapılacağım.
Aralık köyene gelince yol hemen hemen düzeldi.
Buraya kadar su mataram boş olarak geldim. Yol kenarında çeşmenin yanında su doldurmak için durdum.
Onarılmış eski taş köprü.
Yolda hayvan otlatan İstanbulda çalışıp emekli olduktan sonra köyüne dönen Mevlüt Adaş ile karşılaştım. Sohbete başladık. Kendisi 1964 yılında Samatya ve Yedikulede oturmuş. Karagöle gideceğimi eğer yağmur yağarsa geri döneceğimi söyledim. Burada yolda kalmazsın merak etme kimin kapısını çalsan evinde misafir eder deyip beni ayran içmek için evine davet etti. Zamanım olmadığını söyleyince evinin yerini tarif edip dönüşte uğra dedi.
Sohbet az ileride görünen HES e geldi. Mevlüt Bey HES yapıldıktan sonra derenin suyunu azaldığını, sadece az miktarda can suyu bıraktıklarını bu nedenle mısır, çay ve fındık veriminin düştüğünü, hatta hayvanları için yeterli ot bile yetişmediğini söyledi. Ayrıca yapılan baraj nedeni ile de nemin artıp iklimin değiştiğini bunun da verimi etkilediğini söyledi. Borçkada çok nemliydi ve öğretmen evinde nefes almak bile neredeyse imkansızdı. Çalışan görevli kadın bu durumun yapılan baraj ile ortaya çıktığını söylemişti. Borçkadaki nemli havanın İstanbuldan bir farkı yok. Hava çok sıcak üstümdekiler sırtıma yapıştı. Asfalt henüz erimemiş ama ilerleyen saatlerde eriyecek gibi görünüyor.
Daha sonra buraya bir HES daha yapmaya teşebbüs etmişler. İlk HES ten bilinçlenen köy halkı birlik olup mahkemeye dava açmışlar. Mahkeme HES yapımını iptal etmiş.
HES leri yerinde gidip görmeden önce bunda ne zarar var suyu alıp türbinden geçirip tekrar dereye bırakıyorlar diye düşünüyordum. Benim gibi yöre halkı da artık bilinçlenmiş. Geçen yıl Dağ Filmleri Festivalinde bu konudaki mücadeleyi anlatan filmler izlemiştim. Maalesef hala konu hakkında yeteri kadar bilgisi olmayıp HES leri savunan pek çok insan var. İsterseniz HES in ne olduğunu ve çalışma prensibini dilim döndüğünce sizlere birde ben anlatayım.
Suyun önü kapatılıp oluşan havuzdan başlayıp yakındaki tepeyi aşıp arka tarafa inen boru sistemi yapılıyor. Havuzda biriken su sifon sistemi prensibi ile emilip yukarı tepeye çıkarılıyor. Buradan aşağıdaki daha düşük kottaki nehir yatağına su serbest olarak düşürülüyor. Yani yukarıya konmuş bir bidona sokulan hortumun ucu emilip su veya benzin gelince emdiğiniz ucun daha aşağıdaki kaba sokulup akışkanın yukarıdaki kaptan aşağıdaki kaba doldurulması prensibi uygulanıyor. Gittikçe hız kazanan su borunun sonundaki türbinden geçerken türbin kanatlarını döndürüp elektrik enerjisinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Dereden çekilen su sonuçta yok olmuyor, dere yatağı vasıtası ile akacağı nehre borularla başka bir noktadan taşınıyor. Burada karşı çıkılan konu derenin bu noktadan sonraki yatağının susuz kalmasından dolayı bu sudan faydalanan canlıların be bitkilerin yaşamlarını sürdürememesi.
Burası HES ten önceki dere yatağı. Farkı görüyorsunuz.
İlk kez bir çay bahçesine bu kadar yakınım. Kat kat görüntü çok hoş.
Araklı köyünden çıktıktan sonra bir başka yaşlı çobanla karşılaştım. Selam verdim.
-Nereye gidiyorsun.
Durdum,
-Karagöle.
-Bununla mı?
-Evet.
-Çıkamazsın.
-Neden?
Sustu yanıt vermedi.
-Çıkarım.
-Çıkamazsın.
-Ben İstanbuldan geldim bununla.
-Olsun çıkamazsın, na böyle yokuş var derken bileğini yere paralel tutup elini bükebildiği kadar parmak uçlarını yukarı kaldırdı.
Burada bir pansiyon var.
Buraya nasıl inilir bilmiyorum.
Karagölün karşıdaki tepenin ardında olduğunu tahmin ediyorum. Hala çıkmam gereken yokuş var.
Yol kenarındaki arı kovanlarına bakılırsa burada ayı yok.
Karadenizin her yerinde olduğu gibi burada da karşıma bir şelale çıktı.
Yeşillikler arsında yokuş çıkmaya devam ediyorum.
Bu görünen yoldan geldim.
Karşıda görünen sapaktan sağa saparak Karagöle gideceğim. Düz devam edersem Camiliye giderim.
Kavşakta fotoğraf çekmek için durdum. Karagöl yoluna taş döşeniyor böylece yol kışında açık olacakmış. Arka planda Karagöle giden yol görünüyor.
Karagöl 4 km yazıyor ama siz inanmayın. Buradan gölün uzaklığı 6,5 km.
Yol inşaatında çalışan işçiler bisikletimdeki plakadan geldiğim ve gideceğim yerleri görünce çok ilgilendiler ve benimle birlikte hatıra fotoğrafı çektirmek istediler. Makineyi bisikletimin yanındaki parke taşı yığınının üzerine koyup otomatik ayarda çekim hazırlıkları yaparken önümden geçen bir pikabın arka kasasından Orhan Abi diye bir ses geldi. Baktım dün karşılaşıp isimlerini öğrenmediğim gezginler. Onlarda otostop yaptıkları araçla Karagöle gidiyorlar. Onları gördüğüme çok sevindim ve el sallayıp Karagölde görüşürüz dedim. Ardından deklanşöre basıp fotoğraf karesindeki yerimi aldım.
Bir fotoğrafta bisikletimle çektirmek istediler. Fotoğrafları yollamak üzere Tuncer Atan'ın mail adresini aldım.
Arkadaşlarla vedalaşıp Karagöle doğru pedal çevirmeye başladım.
Yol küçük iniş çıkışlarla devam ederken arada bir böyle sürprizlerde çıkıyor karşıma.
Kayalardan akan su yolu geçip diğer taraftan aşağı dökülüyor. Bu gibi yerlerde yol zarar görmesin diye betondan yapılmış.
Solda görünen yol eski Camili yolu.
4 km sonra yeni döşenen taş yol bitti ve karşıma Karagöller Tabiat Parkı levhası çıktı. Kavşaktaki tabela 4 km derken burasını kastediyormuş.
Toprak yol derenin yanından devam ediyordu.
Toprak yolda 2,5 km gittikten sonra Karagöle geldim.
Taş yoldan ilerleyip merdivenleri indikten sonra Karagöle ulaştım.
Merdivenlerden inmek istemiyorsanız Karagöl Yayla tabelasına gelmeden sağdaki yola sapın.
İşte karşınızda Karagöl.
Gökyüzü hala bulutlu.
Gölde balık var ama tutmak yasak.
Gölün kenarı Pazar olduğundan çok kalabalık. Aileler piknik yapmaya gelmişler. Gölün çevresini dolaşmak için patıkada yürümeye başladım.
Bir yerde bu küçük suyu geçmek gerekiyor.
Karşısı benim göl kenarına giriş yaptığım yer. Göl kenarında sadece bu bina var ve orayı da görevliler kullanıyorlar. Çadır kurup konaklamak mümkün ama yiyeceğinizi yanınızda getirmeniz gerekiyor. Bulunduğum noktada at sinekleri var. İnsanın üzerine konduklarında fena ısırıyorlar. Bu ortamı görünce iyiki kalmak için gelmemişim dedim.
Yedigöllerde bir ağaca şeklinden dolayı epsilon ağacı adını vermişler ve tabela ile de yerini işaretlemişlerdi. (Bkz. Göller turu Bolu Yedigöller bölümü.) Buna da bence omega ağacı adını vermeleri gerekiyor.
Göle akan derelerden birisi.
Piknik yapan gençlerden birisine rica edip fotoğrafımı çektirdim. Çokta güzel çekmiş ellerine sağlık.
Patika devasa eğrelti otları arasında devam ediyor.
Patika dar ve yer yer bataklık. Bataklık olan yerlere ağaç gövdeleri koyup çamura basmadan ilerleyebilmemizi sağlamışlar.
Orman gülü.
Bu çiçeğin adını bilmiyorum ama çok beğendim.
Gölün yarısını dolaştım.
Ayağınızda sağlam su geçirmeyen bir ayakkabı olmasını tavsiye ediyorum.
Ben böyle çiçeklerle, derelerle, patikalarla ilgilenirken bir anda karşımda gezgin arkadaşları buldum. Aman dedim adlarınızı söyleyin. O gün ben bir hata yapıp adlarınızı öğrenmedim. Soldaki Tayyip sağdaki ise Bilgin. Bilgin daha konuşkan Tayyip ise sessiz ve çekingen. Sorarsanız söylüyor. Blog Bilgine ait. Dün Camiliye gitmişler. Yukarıda verdiğim linkten hikayelerini okumanızı öneriyorum. Onun için bildiklerimi burada yazmayacağım.
Onlar benim ters yönümde tura başlamışlar. Benimle birlikte olabilmek için geri döndüler. Bir yandan fotoğraf çekip,
diğer yandan yaptıklarımız ve yapacaklarımız hakkında konuştuk.
Güneş kısa süreli de olsa arada bir yüzünü gösteriyor.
Yanımda yiyeceğim olmasına rağmen kalabalıktan sıkılıp Bilgin ve Tayyip'e veda edip yemek yemeden Borçkaya dönmeye karar verdim.
Gelirken bu şelaleyi görmemiştim.
Kavşağa geldiğimde yol inşaatında çalışan işçiler yoktu. Camiliye gidecek olsaydım bu yolu çıkacaktım.
Bundan sonraki yolum son 7 km ye kadar sürekli iniş.
Kolay bir şekilde Borçkaya döndüm. Bir inşaatın önündeki ilginç yazı. Acaba maşallah mı desem yoksa inşallah mı? Dünya malında gözüm olmadığından sadece maşallah demekle yetindim. Sağ olsun meteorolojik tahminler bu gün de çuvalladı ve yağmur yağmadı.
Tur mesafesi:
Ortalama hızım:
En yüksek hızım:
Pedal çevirme sürem:
Öğretmen evinde öğle yemeğimi yedikten sonra dışarı çıktım.
Amacım Borçkanın daha önce gitmediğim sokaklarında gezmek.
Nehir yatağında olta ve serpme ile balık tutmaya çalışan 2 kişi vardı.
Bu kayaların üstüne yapılan evlerin temeli var mı acaba yoksa kayaların üstüne kondurulmuşlar mı?
Nehrin üstündeki yaya asma köprüsünde çocuklar balık tutuyorlardı.
İşte Borçkanın asma köprüsü. Üstelik oldukça uzun ve geçiş ücreti de yok.
Sazan yakalamışlar.
Avlanma yöntemleri bana ilginç geldi.
Misinanın ucuna küçük bir kurşun parçası ve bir file bağlamışlar. Bunu suda gördükleri balığın arkasına düşecek şekilde fırlatıyorlar. Sonra yavaş yavaş çekip balığı filenin içine sokmaya çalışıyorlar.
Diğeri de iğneye ekmek takarak avlanıyordu.
Köprüye yaya girdiğinde beşik gibi sallanıyor.
Akşam üstü öğretmen evine geri döndüm. Bu günde hava yağmadı ve ben hem meteorolojiye hemde kendime kızıyorum zamanımı boşuna burada geçirdiğim için. Bu gece benim Borçkada 3. gecem. Yarın yağmur yağmazsa Artvin'e gitmeye kara verdim. Burada boşu boşuna oturup konaklama parası vermek istemiyorum. Oğlumun arkadaşı Serkan'ı aradım. Artvinde akrabaları olduğunu ve orada kalabileceğimi söyledi. Tanımadığım insanların yanında kalmayı pek istemiyorum ama sabah ola hayrola.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder