16 Temmuz 2012 Pazartesi
Robin sabah 06:30 da yola çıkacağını söylediğinden erken kalktım. Pansiyonda henüz hayat belirtisi yoktu.
Robin hala görünürde yok.
Fırına gidip ekmek almaya karar verdim. Dönüşte bakkalın açık olduğunu görünce yumurta ve domateste aldım. Bir anda kahvaltı sofram kuru ekmekten ziyafet sofrasına dönüştü.
08:45 te Robin'i Ushguliye uğurladım.
Mestia ve Ushguli yabancı seyahat forumlarında gerek arabalı, gerek sırt çantalılar tarafından gerekse bisikletçiler tarafından çok fazla ilgi görürken nedense özellikle Türk bisikletçiler buralara hiç ilgi göstermiyorlar. Çoğunluk düz yollarda bisiklet sürmeyi tercih ediyorlar. Bunun dünyada da böyle olduğunu düşünüyorum. İnsanlar elbette rahatlarını düşünüyorlar. 1 yılın stresinin ardından birde yolda stres yaşamak sorunlarla uğraşmak istemiyorlar. Maalesef bizim bisiklet severlerimizin ufku şimdilik Batumdan ileriye uzanmıyor. Uzananlar ise ana yoldan ayrılmadan Tiflise kadar gitmeyi veya gidip dönmeyi tercih ediyorlar. Gözlemlerime göre bizde Gürcistan bisiklet turları öyle bir hale geldi ki Sarpı geçip Batuma gdiliyor, birkaç fotoğraf çekildikten sonra aynı gün geri gelinmiyor. Gürcü mutfağı ile tanışmaktan vazgeçtim nerede ise bu ülkenin suyunun tadına bile bakılmıyor. En fazla mecburiyetten haçapuri yeniyor.
Robin tahta geçidin üzerinden geçtikten sonra köşeyi dönüp gözden kayboldu.
Bir süre çadırımın yanında oyalandım. İrmaya Koruldi gölleri ile Mestiadaki 2 müze ev arasında kararsız kaldığımı söyledim. Koruldiyi tavsiye etti. Yol uzun ve yorucu olduğundan kaslarımı zorlamak istemiyorum ama sonunda merakıma yenilip göllere gitmeye karar verdiğimde saat 11:00 olmuştu.
Bu gün dünkü kadar fazla yiyecek almadım yanıma. Sırt çantamda sadece 1,5 litre su ve yarım ekmek var. Köprüyü geçtikten sonra sağa ayrılan yola sapıp dar sokakta ilerlemeye başladım.
Burada da Ayderdekine benzer geçitler vardı binaların altında yada yola taşmıştı binaların bazıları.
Mestianın içinde olduğu gibi burada da inşaatlar yapılıyor.
İki gündür uzaktan baktığım evlerin ve kulelerin arasındayım bu gün.
Sokağın asfaltı dün sökülmüş paket taş döşenmek için. Yolda yürümek çok zor.
Evleri geçince doğa ile baş başaydım. Mestiaya yukarıdan baktım dönüp. Mestianın arkasında karlı dağlar görünüyordu. Mestiaya nereden baksanız arka fonda mutlaka karlı dağlar görünüyor. İrmaya burada sezon kaç ay devam ediyor diye sordum 12 ay dedi. Kışın burada kış turizmi başladığından sezon devam ediyor. Bizim dağlarımızda böyle bir olanak var mı bilmiyorum.
Hava alanı da buradan görülebiliyor. Gittikçe küçülüyor evler.
Bunlar acaba yeniyor mu? Bilmediğimden sadece bakmakla yetindim.
Yola girdiğimden beri kırmızı beyaz işaretli taşlardan 1 kez gördüm. Sağa devam eden patikada ilerliyorum ama hiç işaret yok. Oysa dünkü yol çok iyi işaretlenmişti.
Dünyadaki bütün güzellikleri seviyorum.
Patika çıkmaya çalıştığım tepede yükselerek Mestiaya paralel olarak devam ediyor.
Biraz daha yükselince önüme muhteşem bir manzara çıktı.
Queen Tamara Havaalanı ve ardında yükselen karlı zirveler.
Burası benim dün yürüdüğüm Chalaadi buzulunun olduğu yön.
Dağları işte bu yüzden seviyorum. Şehirde olsa hoyrat bir uzanıp koparırdı bu güzel çiçeği. Oysa burada sadece bakıp fotoğrafını çekiyoruz, başkalarının da bu güzelliği görmesine fırsat veriyoruz.
Doğa insana huzur veriyor.
Yolda benden başka kimse de yok. Başıma bir şey gelse kimse yardıma gelemeyecek.
Sonunda patika bitti. Gevşek zeminli çok dik bir yere geldim. Sürünerek birkaç metre çıktıktan sonra burası yol olamaz, buraya herkes tırmanamaz. Bu kadar zor bir yolu yürüyüş yolu olarak insanlara tavsiye etmezler diye düşündüm. Hadi çıktım diyelim bunun birde inişi vardı. Nitekim inerken kaymaya başladım. Otlara tutunup durdum ve geri döndüm. Bir kaynağın başına oturup etrafı seyrettim. Sonra geri dönmeye karar verdim.
Geri dönerken patikaya saptığım yerin yan tarafında işaret taşını görünce yeniden denemeye karar verdim.
Uzun bir süre tırmanıp tepeye yaklaştığımda bu dağ başında bir araç görünce çok şaşırdım. Gürcüler 4x4 araçlarının hakkını veriyorlar bizim şehirde gezen gösterişi seven insanlarımıza benzemiyorlar.
Bu bölgeyi çok sevdim. Görsel olarak çok hoşuma gitti.
Ali bana abi sen benden sonra şu karşıdaki tepedeki haçın yanına çıkarsın dediğinde yok artık o kadarda uzun boylu değil demiştim. Ali beni benden iyi tanıyormuş demek. İşte haçın yanındayım.
Tepenin üzerinde Mestiayı seyrettim.
Ve karlı zirveler.
Birde panoramik bakalım.
1250 metredeyim. Gelmişken gölü de göreyim diye yürümeye başladım. 2 Belçikalı genç ile karşılaştım. gençler dün sizi buzulda görmüştük dediler, ben de anımsadım kendilerini. Türk olduğumu söyleyince çok şaşırdılar. Görünce Amerikalı sanmışlar. Bir tanesi 6 ay önce İstanbula geldiğini ve çok beğendiğini söyledi. Fotoğrafımı çekmelerini rica ettim. Arkamda Ushba nın zirvesi görünüyor.
Belçikalı gençler yorulmuşlardı, geride kaldılar. Yayla evlerinde hayvancılık yapan köylüler yaşıyorlardı. Görüntüde arka planda Ushba dağının kuzey ve güney zirveleri görünüyor.
Sürekli tırmanıyorum. Buraya çıkan araba yolu da var ama yolu kısaltmak için herkes patikalardan tırmanıyor. En altta Queen Tamar hava alanı, sonrasında araba yolu ve az önce yanından geçtiğim yayla evleri görünüyor.
Karşımda sıra dağlar adeta geçemezsin dercesine duruyorlardı.
Benden başka çıkanlarda var. Bu kadar fazla yürüyen insanla karşılaşacağım aklıma gelmemişti. O anda yanında yürüdüğüm turist göl burası mı acaba diye sordu. Sanmam dedim bu göl için insanları yönlendireceklerini sanmıyorum. Karadenizde geçen yıl Büyük Deniz Gölünü görmüştüm. Hem bundan çok daha büyüktü hem de suyu maviydi. Pansiyonda tanıştığım Hollandalı çiftin göle yürüdüklerini bildiğimden gölde yüzülüyor mu, havlumu alayım mı diye sormuştum. Onlarda gölün fazla büyük olmadığını ve suyunun soğuk olduğunu tahmin ettiklerini söylemişlerdi. Bu üzeri ot bağlamış su birikintisi.
Az ileride bir su birikintisi daha vardı.
Artık herkese yürümekten fenalık gelmiş durumda. Kimi vazgeçip geri döndü. Kimi çıktığı yüksekliği yeterli görüp orada oturdu. Benim gibi son bir gayretle yürüyen bıkkın gezginler ise yukarıdan gelenlerle karşılaştıklarında gölü gördün mü? Ne kadar kaldı? Güzel mi? Görmeye değer mi? gibi sorular soruyorlar.
Vazgeçip döneceğim ama kendime yediremiyorum. Madem bu kadar çıktım biraz daha çıkayım diyorum.
2440 metrede göle ulaştım ama hayal kırıklığına uğradım. Göl hem küçüktü, hem suyu kahverengi olduğundan suya girilecek gibi değildi. Üstelik içinde inekler serinliyorlardı. Kaçkardaki göller bundan çok daha güzel.
Yabancı bir kız 2 gençle konuyor, sorular soruyor yöre hakkında. İngilizce konuşuyorlar. Bende o sırada evi aradım. Telefon görüşmemden sonra gençlerden birisi Türkçe konuşuyor gibi geldi bana ssonra bana selam verdiğini anladım. Önce İngilizce konuşmaya başladık sonra baktım Türkçe biliyor Türkçe devam ettik. Adları Andrew ve Romans. Andrew İzmirde çelışıyormuş, ülkesine iznini geçirmeye gelmiş. Romans ile fotoğraf çektirdik.
Sonrada Andrewla birlikte poz verdik.
Yukarıda fazla kalmadım. Ekmeğimi yedikten sonra dönüşe geçtim. Yolda karşılaştıklarım bu sefer gölle ilgili benzer soruları bana sormaya başladılar. Bir süre sonra üç İsrailli gençle karşılaştım. Yanlarına su almadan yola çıkmışlar. Gölle ilgili bilgi aldılar. Bir tanesi suyun var mı diye sordu. Çok az var deyip yarım şişeden biraz az olan suyumu verdim. Sonra diğerlerinin de susamış olacağını düşünüp ben iniyorum suya ihtiyacım olmaz side kalsın dedim. Üçü aralarında suyu paylaştıktan sonra bir tanesi birader şişeyi unuttun dedi. Ver dedim ben aşağıda çöpe atarım. Devam ettim inmeye.
Yemekten sonra yarın Potiye gitmeye karar verdim. 1-2 günde deniz kenarında konaklayıp denize girmek istiyorum.
Yazılarınızı keyifle okuyorum.
YanıtlaSil