16 Haziran 2013 Pazar
Sabah 06:00 da kalktım. Mustafa da kalkmış. Erken kalkanlarla tur yapmanın keyfi bir başka oluyor. Erken kalkan yol alır demişler. Dışarıda sis var. Kahvaltımızı yaparken sis yavaş yavaş dağılmaya başladı. 07:30 da yeniden yoldaydık. Mustafanın bisikleti bir garip fren pabucunu sökmeden veya lastiği indirmeden lastikleri sökemiyorsunuz. Lastiği istediğimiz basınca kadar şişirebilmek için Binkılıç köyüne benzinciye uğrayacağız. Saraya 30, Binkılıç'a 5 km yolumuz var.
Bu günkü yol haritamız:
Benzincide Mustafa lastiğini şişirdi. Sağ olsun görevli arkadaş bizlere çay ikram etti. Molanın ardından yola devam ettik. Yol klasik bir Trakya yolu. Yokuşun biri bitiyor, diğeri başlıyor. Mustafa yokuşu görünce o ne öyle duvar gibi dedi. Yokuşa başlamadan yandan veya uzaktan karşıdan bakarak fikir yürütmemeyi öğrendim yollarda. O bakış açıları insanı yanıltıp umutsuzluğa sürüklüyor. Yokuşa başladığım anda yukarı doğru bir kez bakıp hangi vitesle ve hangi tempo ile çıkacağımı kararlaştırırım. Bir daha da asla yokuşun tepesine bakmam, önüme bakarım. Sık sık yukarı bakıp yokuşun hala bitmediğini görmek moralimi bozuyor umutsuzluğa sevkediyor beni, özellikle de uzun yokuşlarda. Birde km sayacına bakmamaya çalışır başka şeyler düşünür, hayallere dalarım. Ben fotoğrafları çekerken Mustafa yola devam etti ve gözden kayboldu. Saray'a 10 km yolumuz kaldı.
Bir yokuş daha.
Bir tane daha. Eğer Trakyada tur yapmaya niyetliyseniz kesinlikle düz yol beklemeyin. Yolun profili testere dişi gibidir. Yokuşlar genellikle kısadır. Gün boyunca pek çok kez inip çıkarsınız.
Sonunda Saraya geldim. Böylece 1. etabı bitirmiş olduk. Bundan sonraki hedef Kıyıköy. Mustafa beni benzincide bekliyordu. Durmadan devam edelim dedim.
İki gündür canım hiç pedal çevirmek istemiyor. Aslında sanki bacaklarımda güç yok. Neden yoldayım? Hala bu soruyu soruyorum kendime. Bu gün Panayır iskelesine ulaşırsak benim için turun anlamı bitecek. Acaba İğneadadan otobüsle geri mi dönsem? Bu düşüncelerle yol alıyorum. Mustafa ile bir süre sonra yeniden ayrıldık. Güngörmez köyünü geçtikten sonra sol taraftaki çeşmede suyumu doldurdum.
Bahçeköyde Mustafa kahvede beni bekliyordu. Çayları içtikten sonra yeniden yoldaydık. Bu yoldan daha önce 3 kez geçtiğim için yolu çok iyi biliyorum. Kastro kuyuna ayrılan sapağı pas geçtim. Aslında Mustafanın orayı da görmesini isterdim. Kastro koyu cennetten bir köşedir ama siz siz olun hafta sonu gitmeyin. Burada konaklayabileceğiniz kampingde var. Denize girmek için bile para ödemeniz gerekiyor. Sonunda Kıyıköy girişindeki derede fotoğraf çekmek için durdum.
Dere üzerindeki nilüferler ve sarı çiçekleri.
Dün Aydınlıda aldığımız suyu bitiremeyince atmaya kıyamayıp yanımda taşıdım. Bisiklete binerken gram hesabı yapanlara selam olsun.
Dereden sonra Kıyıköy girişindeki son yokuşu çıkıp köye ulaştım.
Mustafa girişte beni bekliyordu. Buradaki kayalara oyulmuş kiliseyi görmesini önerdim. Mustafa kiliseye giderken bende parktaki çay bahçesine girip bir çay söyledim.
Mustafa gelince marketten karpuz aldık. Masaya peynirimizi, zeytinimizi ve ekmeğimizi çıkarıp karpuzu kesmiştik ki garson gelip burada yemek yiyemeyeceğimizi söyledi, bizde yeniden toplandık. Burada biz hatalıydık, izin almamız gerekiyordu. Kendimizi köy kahvesinde düşünüp tezgahı kurduk. Aslında kahvede bile sorup izin almak gerekiyor. Hele karpuz gibi suyu akıp masanın örtüsünü kirletecek bir yiyecek varsa. Deniz kenarında daha önceden bildiğim alana gidip bir ağaç altına oturduk ve karnımızı doyurduk. Bu köydeki eski evlere her gelişimde hayranlıkla bakarım.
Kıyıköyden çıkıp yeniden kendimizi bizi bekleyen yokuşların kollarına attık. Bu bölümdeki yokuşların özelliği kısa olmaları ve iki tepe arasındaki mesafenin yakın olması. Bu nedenle eğer pedal çevirerek hızlı inerseniz önünüzdeki yokuşun yarıdan fazlasını o hızla çıkabiliyorsunuz.
Hamidiye sapağında Mustafa ile buluştuk. Buradan sağa Hamidiye köyüne doğru saptık. Bu yolda çok dikkatli gidin. Yokuş aşağı inerken hızınızı çok arttırırsanız köye girerken son viraj çok keskin, kendinizi yolun dışında bulabilirsiniz. Bu köy çukurda kaldığından hiç bir operatör çekmiyor. Hamidiyeden sonra tekrar yükseldik. Sonunda Kışlacık köyüne geldik. Geçen gelişimde bu köyde çok iyi karşılanmış ve ağırlanmıştım. 2 yıl önce yola mıcır yeni döküldüğünden bisikletle gitmek çok zor olmuştu. Aradan geçen zamanda mıcırlar asfalta yapıştığından böyle bir zorlukla karşılaşmadık.
Kışlacıkta kahvede çayımızı içip köylülerle sohbet ettik. Van turumda kesilen lastiğim Trakyanın soğuk asfalt zemininde iyice yıpranıp kalkmış. Bir bey lastiğimin kalkan yerini Bally ile yapıştırdı. pek bir işe yaramayacağını biliyorum ama hiç yoktan iyidir. Buradan sonra yol yer yer toprak olarak devam ediyor.
Bir türlü peşimizi bırakmayan yokuşlar.
Zemin oldukça kötü. İlerlemek için oldukça fazla güç sarfetmek gerekiyor.
Her yer dağ. Nede olsa Karadenizdeyiz.
Panayır İskelesi sapağına geldik.
Buradan itibaren toprak yola gireceğiz.
Yolda giderken mandaları ve çobanlarını görünce durdum. Geçen yıl birisi Googlea manda günde ne kadar yem yer diye sorup bloğuma ulaşmıştı. Amacım bu sorunun cevabını öğrenmek. Çoban ne kadar verirsen o kadar yer, ister 1 kg ver ister 1 çuval ver. Doyduğunu bilmez bulduğunu yer dedi. Arkadaş bu koca hayvana 1 kg verdiğinde açlıktan ölmesin dedim. Ölmez dayanıklıdır ayrıca ot ta yiyor deyince anladım ki çoban mandaya verdiği arpayı hesaba katıyor. Böylece bu sorunun net yanıtını yine öğrenemedim.
Ben bunları konuşurken Mustafa yola devam etti.
Her taraf dağ ve orman.
meşe ağaçlarının arasındaki toprak yolda devam ediyoruz. Deniz seviyesinden 300 metre yukarıdayız ama yol çok yavaş alçalıyor.
Yağan yağmurdan yolda 2 yerde su birikmiş. Buralardan geçerken bisikletimizden inip orman içinden geçtik. Kavşaktan 14 km sonra kıyıya ulaştık. Karşılaştığımız bir kamp sakini buradaki kumsalın ve kumun hiç bir yerde olmadığını söyledi. kampla büfeci ilgileniyormuş. Arkadaş sağ olsun siz ilk defa geliyorsunuz sizden para almayalım dedi. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Burası çok büyük bir kumsal.
Çadırlarımızı kurup kendimizi denize attık. Karadeniz az tuzlu suyu ile en sevdiğim denizdir.
Yüzüp çeşmede duş aldıktan sonra çevreyi keşfetmek için gezmeye başladım. Arka lastiğimin iyice parçalandığını görüp evden geçen yıl Gürcistana yedek olarak götürdüğüm dış lastiği evden istemeye karar verdim. Burada genellikle konteyner tipi yapılar var ve belediye tarafından mühürlenip yıkım kararı alınmış. Kamp alanında bir çöp konteyneri var ama görünen o ki belediye görevlileri buraya çöpleri almaya gelmiyorlar onun için çöpler yakılarak imha edilmeye çalışılıyor. Gelenler özenli davranmadıklarından atıklarını bırakıp gitmişler bu nedenle çok miktarda kara sinek var, insanı fena ısırıyorlar.
Sol taraftaki kayalıkların arkasında bir kumsal daha var. İleride İğneada görülüyor. Buran uzaklığı 14 km ama kumların üzerinden yüklü bisiklet ile geçmek mümkün değil.
Kayalıklardan kamp alanının görünüşü. Mustafa tutturdu buraya otel yapılsa iyi olur, iyi gelir getirir diye. Bense bu halde kalmasından yanayım.
İğneadaya adını veren ince burun buradan görünüyor.
Burada denize akan küçük bir dere de var. Şu anda su akışı çok az.
Derenin karşı kıyısında da barakalar var. Buda denize geçmek için kullandıkları derme çatma köprü.
Hava kararıyor. Yemeğimizi yiyip yattık.
Bu günkü tur mesafesi: 97 km
Pedal çevirme sürem: 5 saat 25 dakika.
Ortalama hızım: 18 km.
En yüksek hızım: 55 km
Yarın İğneadaya gideceğiz.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder