3 Eylül 2011 Cumartesi
Saat 05:30 her zaman olduğu gibi yine ilk ben uyandım. Hemen kalkıp giyindim. Dışarısını merak ediyorum. Gece Uğurla dışarı çıktığımızda gökyüzü pırıl pırıldı. İnşallah hava yine öyle olurda çevremizi görerek keyifle ineriz diye düşündüm. Dışarı çıktığımda hava parçalı bulutluydu ve buna çoktan razıydık. Karşı vadiye sis çökmüştü. Şimdiye kadar hep fotoğraflarda gördüğüm durumla karşı karşıyaydım ve bende bu durumu fotoğraflayabilecektim. Bundan sonra buradaki insanların deyimiyle duman diyeceğim sise.
Kulağıma ipodun kulaklığını tapıp sesini açtım. Volkan Konak “Sevgilim, Yeşil eriğim benim, ben içine hapsolmuş çekirdeğinim senin” diye Yeşil Eriğim şarkısını söylüyordu. Devam ediyordu şarkı “Açılır, açılır gözleri gülümün, İçlerinde yeşil çam ağaçları, Uyanışların en tazeleri, Odamızdan geçer gülüm seninle” diye. Aklıma yeşil eriğim geldi. Ben hiçbir zaman ona böyle süslü sözler söyleyemedim. Beceremem bir türlü bu tür lafları, söylemek istesem de kelimeler çıkmaz ağzımdan. Hadi yeşil eriğim demeyi, ben içine hapsolmuş çekirdeğinim senin demeyi beceremiyorum sevgilim demek seni seviyorum demek çok mu zor, meziyet mi gerektiriyor?
Ardından Volkan Mimoza Çiçeğim şarkısını söylemeye başladı. Bu şarkıdaki “Çekilmez bir adam oldum yine, uykusuz, aksi, nalet bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi, azgın bir hayvan döver gibi bu gün çalışıyorum. Sonra birde bakıyorsun ki ağzımda sönük bir sigara gibi tembel bir türkü sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün. Evet, evet ve beni çileden çıkarıyor büsbütün kendime karşı duyduğum nefret ve de merhamet”. Bu şarkıdaki Volkan’ın evet, evet tonlamaları bana her zaman Trabzonlu sevgili arkadaşım bahayı anımsatır ve hemen kendisini ararım. Bu sefer telefon çekmediğinden arayamayacağım. Sabah, sabah duygusala sardırdım yaşlanıyor muyum ne?
Etrafıma baktığımda önümüz hariç her tarafımızın dağ olduğunu gördüm. Geldiğimiz yolu bulmaya çalıştım ama nafile. Dumanın içinde indiğimiz için nereden buraya geldiğimizi kestiremedim.
Aşağıyı görmek için önümdeki yamacın önüne kadar yürüdüm. Aşağıda bir yerleşim yeri görünüyordu. Burası Yukarı Çaymakçur olmalıydı.
Birde zoom yaparak çekim yaptığımda aşağıdaki evler ve araba yolu belirgin olarak görünüyordu.
Her tarafımız dağlarla çevrili ama bu beni pek ilgilendirmiyor. Nasılsa biz aşağıdaki köye doğru ineceğiz.
Sağ tarafımızdaki dağların üzerindeki kara bulutlar beni korkutuyorlar. Acaba bu günde dünkü gibi yağmur yağar mı? Yağacaksa da biz çadırları sökmeden yağsın bari.
Dün akşam bir ara aşağıya baktığımızda sol tarafımızda aşağıda derenin delta oluşturduğunu görmüştüm. Mataramı ve çaydanlığı alıp aşağıya doğru yollandım amacım hem aşağıdaki taraçanın ucundan inebileceğimiz bir yol keşfetmek hem de su doldurup çay suyu kaynatmak. Belirgin bir patika bulamadım. Aşağı inişte otların arasına gizlenmiş büyük kayalar var, biz onların arasından geçip ineceğiz. Yukarı çıkıp çaydanlığı ocağa koydum. Az sonra Erhan kalktı. Altimetrem 2835 metreyi gösteriyor ve eğer doğruysa 2800 metredeki Karadeniz gölü karşıda görünen tepenin ardında olmalı.
Bu arada Uğurda kalktı. Havanın açık olduğunu görünce kahvaltı yapmadan hemen gidelim dumana yakalanmayalım dedi. Kahvaltı yapmadan gitmem nasılsa köy çok yakınımızda dedim.
Arkadaşlarım kalkana kadar duman vadiyi tamamıyla kapladığından evler görünmüyordu.
Kahvaltımızı yapıp yola çıkmak için hazırlandık, aşağısı hala görünmüyordu. Uğur özellikle dün akşam yaşadıklarımız hakkında konuşurken Acun gelsin de Survayvor görsün, hem de onunki gibi çakma değil gerçek diyor.
Yola çıkmadan kurtuluşumuzun şerefine bir hatıra fotoğrafı çekelim dedim. Makinemi bir taşın üzerine koyup ayarladım ama şansa bakın ki nalet makine önündeki bir ota odaklandığından biz flu çıkmışız.
Arkadaşlar köy sağ tarafımızda o tarafa doğru inmeye çalışacağız dedim. İlk terası indik ikincide dereden karşıya geçmemiz gerektiğine karar verdik ve geçtik. İşaret taşlarını takip etmeyi unutmuyoruz tabi. Duman bizden bir uzaklaşıyor, bir yaklaşıp adeta kucaklarcasına sarıp sarmalıyor bizleri.
Duman bir azalıyor bir çoğalıyor bizde araştırarak ilerlemeye çalışıyorduk. Duman bir azalıyor bir çoğalıyor sanki bizle oyun oynuyordu ama bizde oynayacak pek hal kalmamıştı. Arkadaşlarım pek moralli görünmüyorlardı bu el yordamı yürüyüşte. Sonunda Uğur abi dünden beri körlemesine gidiyoruz ve ne nerede olduğumuzu nede nereye gittiğimizi biliyoruz. Sen surada köy var, yol var diyorsun ama biz bir şey bilmiyoruz. Köyü gözümüzle görsek moralimiz yerine gelecek dedi. Gel o zaman ben sana köyü göstereyim deyip makinemdeki sabah çektiğim iki pozu gösterdim. Biraz morali yerine geldi. Biraz sonra hava tamamen açtı, duman dağıldı ve köyü kendi gözleri ile de gördüler.
Adeta yüz görümlüğü isteyen nazlı gelin gibi duman yeniden her yeri sarıp köyü gözlerimizden sakladı. Bir ara ilerlerken ben sağdaki patikadan gidelim ve kısa yoldan aşağı inelim dedim. Erhan ise patika bu tarafa devam ediyor dedi. Erhanın dediği tarafa gidersek dereyi bir kez daha geçmemiz gerekiyordu ve aşağıda bir daha geçecektik. Ben diyorum buradan gidelim, Erhan diyor patşka ve işaret taşları bu tarafta. Bende ne malum o patikanın yukarı çıkmak veya başka tarafa gitmek için kullanılmadığı diye iddialaşıyorum. Uğur abi senin dediğin yer dik inemeyiz bence Erhanın dediği yöne gidelim dedi. Bende dik değil, dik gelirse otların ve kayaların arasında zigzaglar çizerek eğimi azaltırız hem dik olsa inekler buradan çıkamazlardı diyorum. Hepimizin sinirleri iyice gerilmişti ve tur başından beri ilk kez fikir ayrılığı su yüzüne çıkmıştı. Burada Ayderde buluşmak üzere ayrılacaktık beklide. İşte o anda duman etrafımızı sardı, göz gözü görmez oldu. Duman dağılana kadar mola veriyoruz dedim. Erhan derenin karşı kıyısında, Uğur ve ben bu kıyısında olduğumuz yere çöküp beklemeye başladık. Hiç kimse konuşmuyor, sadece derenin sesi duyuluyordu. Biraz bekledikten sonra karşıya geçip patikayı kontrol ettim. Dere yatağından aşağı doğru devam ediyordu ve içinde kocaman kayalar vardı. Aralıklı işaret taşları göze çarpıyordu.
Böyle olmayacak patika aşağı doğru devam ediyor ve görüş mesafesi yürümeye uygun devam edelim dedim. Önce Uğurun sonra benim bisikletimi karşıya geçirip yola devam ettik. O dereyi toplam kaç kere karşıdan karşıya geçtiğimizin artık sayısını unuttum ben diyeyim 5 siz deyin 6.
Yol çok kötüydü Naletlemeyi aştığımızdan beri patikadaki kayalardan kurtulamamıştık ve üstelik bu sefer suyun içinde yürüyorduk.
Sonunda patikanın yıpratıcı etkisine dayanamayıp yamaçtan aşağı yürümeye başladım, Erhan ve Uğurda beni takip ettiler. Köprüye ulaştığında Uğur için zorluklar artık geride kalmıştı.
Erhan ile bende biraz sonra kurtulacaktık.
Köprünün altından akan dere.
Karşıya geçince Uğur devam edip insaatın bahçesine girdi. Ben sol taraftaki eski yayla evinin bahçesindeki 2 yaşlı kadınla konuşmaya gittim. Yanılmamıştım, indiğimiz yer Yukarı Çaymakçur yaylasıydı. Erhan ile bende inşaata girip yanan sobanın karşısına kurulduk Dün ıslanan ayakkabılarımız hala kurumamıştı.
08:30 da başlayan yolculuğumuzda 11:30 da buraya ulaşabilmiştik. Öğle yemeği hazırlayan Çamlıhemşinli işçi arkadaş bize kaç kişi olduğumuzu sordu. 3 deyince “Biz üç kişiydik Bedirhan, Nazlıcan ve ben” diyerek Ahmet Kayanın söylediği Yusuf Hayaloğlunun mısralarını söylemesi beni hem şaşırttı, hem de duygulandırdı.
Güzel bir yemekten sonra aşağıda görünen sisli vadiye doğru yola çıktık.
Araba yolunda gidiyoruz ama taşlı yol hız yapmamızı engellediğinden sürekli frenlerimizi sıkıyoruz. Artık ellerim ve parmaklarım ağrıyor.
Ben yokuşları özledim diye bağırıyorum.
Her yerden dere akıyor ve dün geceyi susuz geçirdiğimize hala şaşırıyorum.
Yağmur atıştırmaya başladı.
Aşağı Çaymakçur Yaylasına geldik.
Bakalım Uğur neler diyor.
Manzara harika.
Galerdüzüne çok az bir yolumuz kaldı.
Galerdüzündeyiz bu çadır büfeye 4 yıl önce bir sabah saat 06:00 da uğramıştım. Birer çay içtik.
Kavruna giden yoldaki köprü.
Galerdüzünde bu gün çevredeki ilçelerden birisinin pikniği varmış.
Aydere doğru iniyoruz. Araç trafiği çok yoğun.
Dağın kuzey tarafının daha yeşil olduğu açıkça görünüyor.
Her taraftan sular akıyıyor.
Başı dumanlı dağlar.
Fotoğraf çekmekten 6 km lik yol bir türlü bitmiyor.
Tura başlarken Ayderde Meryem Ana Kampingde kalmayı planlamıştım ama günlerdir yıkanmadığımızı ve her şeyimizin ıslak olduğunu göz önüne alıp oy birliği ile pansiyonda kalmaya karar verdik. Bu seferde 4 yıl önce olduğu gibi Kuşpuni Dağ Evine yerleştik. Kişi başı oda kahvaltı 60 TL. Yaylalar veya Barhalda bu paranın 10 TL eksiğine akşam yemeği dahil konaklardık.
Heybemin kırılan bağlantısı. Detours un bu model heybesini kullananlar klipslerin pimini sık sık kontrol etsinler pimlerden birisi titreşimden yerinden çıkınca klıps açılıyor, açılan klıps bagajdan kurtulunca yükün tamamı diğer klipse biniyor ve yüke dayanamayan klüps ve klipslerin üzerine monte edildiği plastik ray kırılıyor. Heybeyi üstündeki taşıma sapından ve gözdenin ortasından bagaja bağlayarak taşıdım. Yanınızda ip yoksa yandınız demektir.
Kayalara sürtünmekten heybenin önündeki cebin alt tarafı kösesinden yırtılmış.
Duşumuzu alıp üstümüzü değiştirdikten sonra dışarı gezmeye çıktık.
Uğurun geceleri uyku tulumuna bu şekilde girdiğini hatırlatırım.
Otelden valizlerin teleferikle indirilişi.
Hediyelik eşya satan bir dükkandan.
Ayder kaplıcaları.
Yemeğimizi Ayder Sofrasında yedik. Çorba, alabalık ve salatadan oluşan menüye 8,5 TL ödedim. Yemekten sonra Kuşpuniye gidip bir süre salonda oturduk. Sonra odamıza çıkıp yattık. Yarın yolculuğumuz Hopaya.
Tüm zorlukların ardından Ayder'e varış. Günler sonra yumuşak bir yatakta yatmak ve yağmurdan sonra vücudun sıcak suyla teması güzel olmuştur kanımca.
YanıtlaSil