01 Eylül 2011 Perşembe
Gece dışarıdan gelen seslerle uyandım. Dün gelen gurup zirveye çıkmak için kalkıyordu. Ayak sesleri, konuşmalar, uyanın diye bağırışlar gırla gidiyordu. Saat 03:30 suları olmalıydı. Bir ara son beş dakika diye bir bağırış duydum, birisi bir dakika beni de bekleyin diye bağırdı. Herhalde tuvaletini yapıyordu açık havada. Dün dereden gelen suyun azalması ile tuvalette sular kesildiğinden kullanılamaz hale geldi. Bir süre sonra kamp yeniden sessizliğe büründü. Bu gün gideceğimiz yolun Olgunlara kadar olan kısmını bildiğimden sabah kalkmak için acele etmedim. Bizlerden başka kampta kimse yoktur diye düşündüm.
Dışarıdan sesler gelmeye başlayınca kalkıp çadırdan dışarı çıktım. Bakın Mehmet bu anı nasıl görüntülemiş.
Bu görüntüleri izleyince kendimi belgeselde yuvasından çıkan sincaba benzettim. Selman eski günlerini anımsayıp bisikletimle tur atmaya başladı.
Uğur ile Erhanda kalkmış kahvaltı hazırlığına başlamıştık.
Dostlarımız hiçbir şey hazırlamayın sadece çayınızı demleyin bizde her şey var dediler. Yok dedik ama dinletemedik. Biz nasılsa dönüyoruz yoldan alırız hem yükümüz azalsın dediler. Bizde yükümüzü azaltmaya çalışıyorduk ama tavadaki sucukları görünce daha fazla hayır diyemedik.
Sofrada dağ şartlarına göre yok yoktu. 5 ayrı çeşit peynir içeren paket, beyaz peynir, zeytin, sucuk, şokella. Şokella dedimde aklıma geldi, bizim Yaylalardan aldığımız şokella kayıp Uğur Erhana vermiştim diyor ama Erhanda bulamıyor.
Kamp neredeyse boşalmıştı. Zirveye çıkmayan bir iki kişinin dışında İsrailliler ve dün zirveye çıkan Ayşegül vardı.
Kahvaltımızı yaparken dağdan hey diye bir ses geldi. Selman Murata bak karşı tepeden iniyor dedi. Murat elindeki batonu ustaca kullanarak koşarak duvar gibi yardan aşağı iniyordu. Bu adam tam bir çılgın. Muhtemelen bu günde dün bizi bıraktığı yere kadar Koraya eşlik etmiş.
Kahvaltıda bir hatıra fotoğrafı çeksek diye konuşurken makinemi bir taşın üzerine koyup fotoğrafı çektim.
Kahvaltıdan sonra Mehmet tripodu koyup makinesini üzerine yerleştirdi. Arkadaşlar bizim değişik bir fotoğraf çekme konseptimiz var katılır mısınız diye sordu. Katılırız dedik. Vizörden bakıp çadırdan taşa kadar olan alanda istediğiniz gibi duracaksınız, ben makineyi peş peşe çekme moduna alıp zamanlamalı çekimi başlatacağım. İlk 5 kareyi peş peşe çekecek, sonraki beş kareyi ise 5 saniye ara ile çekecek o arada siz aklınıza gelen hareketi yapacaksınız dedi. Tamam dedik ve ortaya bu çıktı. Ben bu işi beceremediğimden ilk karelerde put gibi durmuşum.
Bu oyun gibi çekim çok hoşumuza gidince makineyi geri çekip alanı genişleterek çekim tekrarlandı.
Dostlarımız çadırlarını toplarken bizde çadırlarımızı ve eşyalarımızı topluyorduk.
Yeni bir çekim yapmaya karar verdiler Mehmet yere bağdaş kuracak, Cabir ve Selman havaya sıçradıklarında ben deklanşöre basacaktım. Deneme sıçramasında başlarının kadrajdan çıktığını söyledim olsun çek bakalım havada yakalabilecek misin dediler. Yakalayamamışım. Bunun üzerine Mehmetin yerinde benim durmama karar verdiler. Uğur ve Erhan çadır topladılar benimki hala duruyor, içim içimi yiyor ama yapacak bir şey yok rolümü yapacağım. İşte sonuç.
Bu çocuklar çok kafa dengi.
Erhan ile Uğur eşyaları ile aşağı indiler, peşlerinden bende heybelerimi aşağı indirdim. Saat 09:10 da Dilberdüzünden hareket etmiş olduk.
Bisikletlerin bağlanma şekline bakar mısınız. Uğura adam istese ön ve arka tekerlekleri çıkarsa 2 kadroyuda götürür veya diğer ön ve arka tekerlekleri kullanarak istediği bisikleti iterek götürür diyorum.
Yukarı çıkıp bisikletimi de indirdikten sonra bisikletin bu sefer iki pedalınıda söküp heybelerimi önlü arkalı boynuma astım. Uğurda aynı şekilde taşıyacak. Katırlar yüklendi diyorum Uğur’a. Dün zirveden Dilberdüzüne indiğimden beri Uğurla aramızda bir katır muhabbetidir gidiyor.
Bir süre böyle yol aldık ve çokta rahat gidiyorduk ki fazla uzun sürmedi, Uğur arkadan lastik patladı diye seslendi. Arka lastiği sönmüştü. Olacak iş miydi bu şimdi. Yaman, pompan var mı diye sordum var dedi. Yardıma ihtiyacın var mı dedim yok dedi. O zaman ben bir süre yola devam edeyim sonra eşyalarımı ve bisikletimi bırakıp gelip senin eşyalarını taşırım zamandan kazanırız dedim ve devam ettim. Bir süre gittikten sonra bisikletimi ve heybelerimi bırakıp geri dönerken Dilberdüzünde bıraktığımız arkadaşlarımızla karşılaştım.
Uğur lastiği yedeği ile değiştirdiğinden fazla oyalanmadan yola koyulmuş. Bu durumda bana bisikletimin yanına dönmek düştü. Yolda çiçek gördükçe fotoğrafını çekmeye çalıştım. Bu iş yüklü bisiklet ile zor oluyor.
Zor yerler yine başlamıştı ama bu sefer heybeler boynumda olduğundan buraları çok kolay geçtim. Hem heybeler ve diğer pedal kayalara takılıp engel olmuyordu hem de hafifleyen bisiklete daha kolay hükmedebiliyordum. Yokuş aşağı indiğimizden özellikle kayaya çarptığımda ayak parmaklarım hala acıyordu. Dünkü zirve inişinden sonra sağ ve sol ayağımın baş parmakları ile sağ ayağımın orta parmak tırnaklarımın altına kan oturmuş, sağ ayağımın ikinci parmağı da su toplamış.Sabah yediğimiz sucuklar yüzünden dilim damağıma yapıştı.
Dönüş yolunda boş bisikletle iyi bir bisikletçinin bu yolun büyük kısmını bisikletten inmeden geçebileceğini fark ettim. Dilberdüzü Olgunlar parkurunda dağ bisikleti yarışı düzenlenebilir ve çokta keyifli olur tek sorun patikanın dar oluşu yüzünden önünüzdekini geçme zorluğu. Buda yarışmacılara aralıklı olarak start verilip saate karşı yarıştırılabilirler.
Yolun binmemize müsaade ettiği yerlerde bagajıma heybelerimi ve pedal kollarına pedallarımı takmaya üşendiğimden bisikletimi itmeye devam ettim. Erhan yolun müsaade ettiği yerlerde bisikletine binerek ilerledi. Yolda Dilberdüzüne müşteri almaya giden katırcı ile sohbet ettik. Naletlemeye doğru gittiğimizi duyunca alt dudağını ısırıp kafasını iki yana sallayarak işiniz çok zor dedi. Ne kadar zor, yol nasıl, Nastaf Dilberdüzü arasından daha mı zor diye sordum. Çok zor koca, koca kayalar var bisikleti sırtınızda taşımanız lazım dedi. Burada da kayalar var ve üzerinden atlattık dediğimde bunlar ne ki, asıl siz oradakini görün katır kiralamanız lazım yoksa çıkamazsınız dedi. Bende bizden ala katır mı olur bak yükümüzü boynumuza astlk taşıyoruz dedim. Özellikle Uğurun morali bozuldu. Dün Murat söz ettiğinden beri ağzında bir katır lafıdır geveliyor. Yerelle bu tür sohbetlerde bulunmamak lazım moralinizi sıfıra indirmekte pek maharetlidirler. Üstelik bu sadece burası için geçerli değil her yerde aynı söylemi duyarsınız ya yokuşu çok abartıp çıkamazsın diye iddialaşırlar, ya yola düz derler canınız çıkar, ya yakın derler bir türlü varamazsınız, yada uzak der sizi dumura uğratırlar. Burada işin ucunda ticarette var.
Göz açıp kapayana kadar Nastaf yaylasına geldik. Giderken Nastaf Dilberdüzü arasında çok zorlanmıştık. Boşalan mataralarımızı çeşmeden doldurduk.
Buradan sonra yolun daha kolay olduğunu biliyorduk. İşte Olgunlarda göründü.
5 saatte gittiğimiz yolu 3,5 satte geldik. Kendimizi şımartabilirdik bu gün. Uğur ile ben Alabalık yemeye karar verdik, Erhan muhlama yiyecek. Uğur lastiğini tamir etmek için suya soktu ve sibobun lastikle birleştiği yerden hava kaçırdığını gördü, yama yapmak mümkün değil.
Balıklar ve muhlama pişene kadar Erhan ile telefon kulübesine telefon etmeye gittik.Geldiğimizde yemekler hazırdı. Gideceğimiz Döbe tarafı karardı. Arkadaşlarıma yola devam edip Döbedüzüne gideceğimizi söyledim. Bu gün burada kalmayacak mıydık dediler. Yarın Naletlemeyi daha kolay geçebilmek için yakın biryerde konaklamamız gerektiğini söyledim.
Yemek yerken sağanak yağmur başlayınca bisikletlerimizi yemek yediğimiz çardağın altına aldık. Uğur yağmur yağıyor nasıl gideceğiz dedi. Buranın yağmuru yağar ardından güneş açar biraz bekleyelim geçer dedim. Bir süre sonra yağmur durdu. Lokantacıya yolu sordum biraz çarşak var ama ondan sonrası iyi dedi. Bunun üzerine heybelerimi bisikletime asıp pedalları da taktım ve köprüye doğru ilerleyip karşıya geçtim.
Uğur abi katır kiralayalım dedi. Bizden iyi katır mı olur dedim. Paranı ben vereceğim inat etme gel şu katırı tutalım dedi. Ne para veririm nede eşyamı katıra veririm ben taşırım dedim ve köyden Döbeye gideceğimiz yola çıkacağımız sokağa saptım. İleride bir süre bekledim biraz oyalanan Uğur ve Erhanda peşimden geldiler. Köyden çıkar çıkmaz çok zor bir yolla karşılaştık. Hem dar, hem iri taşlar vardı ve üstelik çok dikti. Heybeleri ve pedalları taktığıma bin pişman oldum. Böyle olduğunu bilseydim yine boynumda taşırdım.
Bu yol bu turda şimdiye kadar rastladığımız en zor yoldu. Özellikle Uğurun yüzüne bakmamaya çalışıyorum, her an patlayabilir. Yol kenarında oturan 2 kişi bize doğru geldiler ve nereye gittiğimizi sordular. Naletlemeye deyince Allah yardımcınız olsun dedi bir tanesi. Bu yol hep böylemi devam ediyor diye sordum. Tarlaların oraya çıktığınızda yaylaya kadar düzelir sonra yine zorlaşır dediler. Biraz ilerledikten sonra ben arkadaşlar tarlalara geldikten sonra Naletlemeye kadar rahatlayacakmışız dedim. Amacım arkadaşlarımın moralini yüksek tutmak.
Hakikaten tarlalara gelince yol nispeten düzeldi ama parkur hala Olgunlar Nastaf arası kadar kolay değildi.
Patika solumuzda akan dereyi takip ediyor.
Döbe yaylasına geldik.
Yaylada birkaç kişi böğürtlen topluyordu onlara yolu ve Döbedüzünü sordum. Çeşme ve kamp yapacak düzlük var, Naletlemeye gitmek için soldaki patikaya sapacaksınız sakın düz gitmeyin dediler.
Buradan sonra yol hakikaten yeniden zorlaştı.
Yolda Erhanla birlikte arada bir durup böğürtlen yiyoruz ama geç kalmamak için hemen yeniden ilerliyoruz.
Temmuz veya Ağustos başı olsa burası daha yeşil olacaktı ve daha çok orkide görecektik.
Dağların tepesi bulutlu.
Uğur çok yoruldu ve moralman yine çöktü. Bu durumdan kurtulmak için artık dua etmeye başladı.
İlerleyen bölümde çok zorlanmaya başlayınca önce bisikletlerimizi iki kişi olarak sırayla taşıdık, daha sonra heybeleri söküp yükü 2 parça halinde taşıdık.
Uğurla bir dereyi geçip heybelerimizi bıraktıktan sonra bisikletlerimizi almaya geri döndük. Döbedüzüne çok yaklaşmış olmalıydık ama hala gelememiştik. Yolda Erhanla karşılaştım. Biz bisikletleri alıp gelene kadar sen ilerlemeye devam et ve kamp alanını bul bir çeşme olması lazım dedim. Bisikletlerimizi alıp geldiğimizde Erhan hala oradaydı. Biraz gittim ama çeşme yok dedi. Olması lazım adamlarda söyledi Kate Clowda kitabında yazıyor devam edelim dedim. Abi saat 6 oldu daha ne kadar gideceğiz biraz sonra hava kararacak dedi. Kate Clow un tarifine göre bataklığı geçtikten sonra derenin iki tarafında çadır kurulabilecek düzlüklerin olduğu ve kayadan çıkan bir kaynak suyu olan yer olarak tarif ediliyordu Döbedüzü ve biz bataklık diye tarif edilen yeri henüz geçmiştik. Burada sözü edilen bataklık dere suyunun çimenlerin arasına sızması ve çürüyen çimenlerin bastığınızda ayak bileğinin alt kısmına kadar ıslak zemine battığınız bir yer. Asla ayakkabılarınız çamurlanmıyor.
Hepimiz çok yorulmuştuk ve Erhan haklıydı, daha fazla zorlamaya gerek yoktu ve nasılsa yanımızdan akan bir dere vardı. Geceyi burada geçirmeye karar verdik. Çadır kurmak için bir yer seçtim Uğur beğenmeyip itiraz etti ve benim uyuyup dinlenmem lazım yoksa gidemem diye karşı çıktı. O halde yeri sen seç ben yanına kurayım koskoca alan var dedim. Uğur bir yer beğendi, Erhanda yanına çadırını kurdu.
Ben orayı beğenmeyip biraz ileriye çadırımı kurdum.
Çorba suyunu ateşe koydum. Biraz ılınsın diye beklerken su kaynadı ve mecburen önce makarnayı pişirip yedik. Çorba suyunu ocağa koyduk ama su bir türlü kaynamak bilmedi. Esen şiddetli rüzgar tencereyi soğutuyordu. Sonunda titremekten pes edip ben yatmaya gidiyorum dedim. Erhan çorbanım tadına baktı fena değil dedi. Kremalı mantar çorbasını kaynatamadan pişirip içtik ve erkenden yattık. Yarın turun en zor günü bizi bekliyor bakalım neler olacak.
Çok güzel insanlarla tanışıp ,eğlenceli bir sabah geçirmişsiniz ama yolculukta o kadar zor geçmiş.O anda biz ne yaptık diye beki pişmanlık duymuşunuzdur ama şimdide iyiki yaşadık diyorsunuzdur.Herkese nasip olmaz .sayenizde bizde oraları sile geziyoruz ,siz gitmeseydiniz kim gidipte bizi gezdirecekti .Teşekkürler.
YanıtlaSil