GÜRCİSTAN ERMENİSTAN BİSİKLET TURU 6. GÜN GYUMRI - ECHZIMENDIN
11 Temmuz 2013 Perşembe
Sabah her zamanki saatte kalktık. Bu gün çadır toplamayacağımız için şanslıyız. Bu evde yaşayan ailenin tamamı bir odada yer yataklarında yatıyorlar. Evde lüks olarak sınıflandırılacak hiç bir şey yok. İnsanlar kıt kanaat geçinip yaşamlarını sürdürüyorlar. Mutfaktaki fırınlı ocak Türk malı. İnsanın kendi ülkesinin ürününü yabancı bir memlekette görünce mutlu oluyor. Kahvaltı yaparken ev sahibimiz bize birer fincan çay ikram etti. Bayan Vartuhi ile Ermenistanda yaşayanların ekonomik durumu, yaşam zorlukları üzerine sıcak bir sohbete giriştik. Evin içindeki duvarda bulunan elektrik saati bana çok ilginç geldi. Sovyetler birliği döneminden kalmış olmalı.
Kahvaltıyı bitirince çantalarımızı bisikletlerimize yükledik. Ben çadır çantasını dışarıda bırakmıştım gece kısa süreli yağmur yağmur çantanın üzerinde su damlacıkları vardı. Su kaplarımızı doldurduktan sonra ev halkı ile vedalaşıp yola çıktık.
Rota çıkarmaya ilk başladığımda bu rotayı araçların kullandığı Erivana en kısa olan yoldan geçecek şekilde çizmiştim. Sonra araştırmalarımı yaparken Echzimendinde Ermenistanın ilk kilisesinin olduğunu öğrenip rotayı Echzimendinden geçecek şekilde yeniden belirlemiştim. Daha sonra bir gün internette araştırma yaparken Ani harabelerinin Ermenistan tarafından çekilmiş fotoğrafını görüp aynı fotoğrafı çekme hevesi ile Türkiye sınırının çok yakınından geçen yeni bir rota hazırladım. Bu rotada Aniyi görebilmek için yoldan 5 km içeri girip Aniyi görecek, izin alabilirsek fotoğrafını da çekebilecektik. Bu yol diğer ikisine göre daha uzundu ama neredeyse hiç yokuş yoktu. En fazla yokuş en kısa olan ilk rotada vardı. Bu rotanın sınırımıza çok yakın geçmesi beni endişelendiriyordu. Çektiğimiz fotoğraflar nedeni ile Türk olmamızdan dolayı casuslukla suçlanabilirdik.
Durumu Hakana söyledim. Abi benim için en makbulü en az yokuş olan yoldur deyince rotayı bu yoldan geçecek şekilde belirledim. Aniyi görmeye gidip gitmeyeceğimize orada karar verecektik.
GPS teki iz kaydını takip edip seçtiğimiz yolu bulduk.
Hava serin olduğundan hepimiz üzerlerimize yağmurluklarımızı giymiştik. Sokaklarda işe giden insanlar ve sokakları süpüren kadınlı erkekli görevliler vardı. Gün gelip burası da modernleşip makineleştiğinde muhtemelen bu insanların işsiz kalacağını düşünüp hüzünlendim. Sanayileşme, ileri teknoloji kullanımı üretim maliyetlerindeki işçilik giderlerini düşürürken insanların işsiz kalmasına neden oluyor. Peki alım güçleri düşen bu insanlar biraz daha ucuza ve daha fazla miktarda üretilen o ürünleri nasıl alacaklar? Herhalde kredi borcuna boğularak. Yani geleceğini ipotek altına alarak. Bu düşünceler içinde giderken beni ter bastı. Yağmurluğumu çıkarmak için durdum. Hakan ile Erdal bu durumu fırsat bilip yol kenarındaki dut ağacından ağızlarını tatlandırdılar.
Şehrin çıkışında tek katlı, bakımsız evler göze çarpıyor. Ortalıkta pek fazla insan görünmüyor. Ermenistanın yaklaşık nüfusu yaklaşık üç milyon kişi ve bunun bir milyon iki yüz bini Erivanda yaşıyormuş. Bizde insanların İstanbula yığılması gibi burada da neredeyse ülkenin yarısı Erivana yığılmış.
Şehirden çıktık tarım yapılan geniş düzlüklere geldik. Burada beni en çok şaşırtan bizde Karadenizde yetiştirilip tüketilen kara lahana tarlalarını görmem oldu.
Türkiye sınırına oldukça yaklaştık. İki ülke arasında kalan Arpaçay baraj gölü göründü. Ermenistan tarafında sınırdan belli bir uzaklığa tel örgü çekilip yakın sayılabilecek aralıklarla gözetleme kuleleri yerleştirilmiş. Bu durum Ermenistan tarafından Ani tarafına yaklaşmamızın pek mümkün olmadığını gösteriyor. Dün hissettiğim militarist hava burada da varlığını sürdürüyor. Bu nedenle pek fotoğraf çekmek istemiyorum. Makinemi veya hafıza kartına el koyarlarsa tur başlangıcından beri çektiğim bütün fotoğraflar gider.
Yolda su yok. Zevksiz bir yolda pedal çeviriyoruz. Benim sapmayı umduğum kavşaktan 6 km kadar önce Ani tabelasını görmem benim için sürpriz oldu. Üstelik buradan 20,5 km mesafe verilmiş. O kadar yolu gitmeye hiç niyetim yok. Gitsem bile beni tatmin edecek görüntüyle karşılaşıp karşılaşamayacağımı bilmiyorum.
Hakan ile Erdalı bekleyip geldiklerinde ne yapalım diye sordum. Hakan olumsuz görüş bildirdi, Erdal ise benim için fark etmez ne karar alırsanız ona uyarım dedi. Bende ne bulacağımızı bilmediğimiz bir yer için 41 km fazladan pedal çevirmenin mantıksız olduğunu söyleyince Aniye gitmemeye karar verdik.
Yola devam ettik. Çiftçiler hayvanları için kış hazırlığı yapıyorlar. Biçtikleri otları kamyonlara yüklemiş götürüyorlar.
Yolun zemini bozulmaya başladı. Koca yolda karşıdan gelen araçlar çukurlardan kurtulmak için bazen bizim şeridimize geçip adeta üzerimize doğru sürüyorlar. Aynı şeyi bizde yapıyoruz. Öyleki bisikletin bile çukura düşmeden gidemediği yerler var. Gürcistanda yollar daha iyiydi. Şimdiden Gürcistanı özledim. Ülkenin bu bölümü bizlerde hayal kırıklığı yarattı. Bu tur için aramızda en isteklimiz olan Hakan umduğunu bulamadığını söylüyor.
Toplu taşımada kullanılan otobüsler çok eski. Her birisinin üzerine bizdeki oksijen türleri gibi 4 tüp yerleştirilmiş. Belli ki gazla çalışıyorlar. Yakıt bitince tüp dolusu ile mi değiştiriliyor yoksa yerinden sökülmeden mi dolduruluyor öğrenemedim ama bu kadar büyük tüpleri otobüsün üzerinden indirip bindirmek pek kolay olmasa gerek. Bu fotoğrafı çektikten kısa bir süre sonra büyük bir çukura düştüm daha sonra çantamın yanına sıkıştırdığım su şişemin düştüğünü fark ettim. Allahtan çantamda bir tane daha yedek şişe suyum var.
Bir süre sonra Aragatsavar!a yaklaştığımızda yol kenarlarında kayısı ağaçları görülmeye başladı. Burada kayısı yetiştiriciliği oldukça yaygın. Erivanda düzenlenen film festivaline Golden Aprikot (Altın Kayısı) denmesinin nedeni bu olsa gerek. Sonunda dayanamayıp yol kenarındaki bir kayısı bahçesine girip çalışanlardan kayısı istedik. Buyurun istediğiniz kadar yiyin dediler. Kayısılar sararmış ama hala serler. Yolda dayansın diye yumuşamadan topluyorlar. Olgunlarını bulmaya çalışıp yedik. Gittikçe etrafımız kalabalıklaşmaya başladı. Bizi gören çalışanlar yanımıza geliyorlar. Bu arada bir Mercedes araba geldi içinden inen adamlardan birisi İngilizce biliyor. Sohbet başladı. Ben uzaklaşmak için suyunuz var mı diye sordum. Sağ olsun bir çalışan yanlarında getirdikleri damacanadan şişemi doldurdu. Bu arada Hakan bana abi çaktırma Almanız diye sesleniyordu. Hala tedirginliği üzerimizden atamadık. Suyu doldurduktan sonra Hakana hadi gidelim burası çok kalabalık oldu dedim. Biz bahçeden çıkarken Erdalda gelmiş az geride çitin arkasından bir çalışanla konuşuyordu. Bizi görmedi, devam ettik.
Bu arada yanımıza gelenler oldu ve nereli olduğumuzu sordular. Türküz dedik, şaşırdılar. Babasılyla gelen şirin küçük çocuk bir anda hepimizin ilgi odağı oldu.
Hakan abi birde yakından çek Ararat markası görünsün dedi. Arkadaki duvarın taş kaplaması bana Ahlat taşını anımsattı. Orada da binalar genellikle buna benzer renkli Ahlat taşıyla kaplanıyordu.
Yolun karşısındaki boş arsada tüp yüklü bir kamyon duruyor. Etrafında da insanlar bekleşiyor. Bu tüplere bakılırsa boşalan tüp dolusu ile değiştiriliyor gibi görünüyor.
Molanın ardından yola çıktık, az sonra yerleşim yerinin merkezine yaklaştığımızda sol tarafta bir kalabalık ve hareketlilik gördük. Bir aracın şoförü aracından inmiş başka birisi ile kavgaya tutuşmuştu. Kalabalığın bir kısmı şoförü tutmuş arabasına bindirmeye çalışırken bir kısmı da hasmını uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bıraksalar adamlar birbirlerini parçalayacaklar. Bizdeki kavgalardan hiç farkı yok. Oysa Gürcistanda muhtemelen böyle bir sahneye tanık olmazsınız. Orada da birbirlerine bağırıp kızanları gördüm ama işi kaba kuvvet uygulamaya dökmemişlerdi. Bir yol ayrımında daha işlek olan sol taraftaki yoldan devam ettik. Kavşaktan sonra yol iyice bozuldu.
Burada bir markette yeniden mola verdik. Umduğumuzdan hızlı gidiyoruz. Bu tempo ile gidersek ikindide Erivana ulaşırız. Oysa bizim hostel rezervasyonumuz yarın ve sonraki gün için. Erivana 10 ila 20 km kala uygun bir yerde konaklamayı teklif ettim. Erdal 30 km kala konaklayalım diyor, Hakan ise bu gün Erivana girip dolaşalım, bir hostel bulup kalalım yarında diğer hostele geçeriz eğer yer bulamazsak şehirden çıkıp kamp kuralım diyor. Ben bu gün şehre ulaşacağız diye o kadar yolu kat edip hedefe ulaşmışken tekrar yol yapıp dişarıya çıkmak mantıklı değil boşuna enerji harcayacağız dedim. Bu gece hostelde konaklamaya ise masrafımızı arttıracağı için karşı çıktım. Zaten dün Gyumride pansiyonda kalarak hesapta olmayan harcama yaptığımızı söyledim. Hakanda erkenden güneşin altında çadır kurup bekleyemem diyor. Bir ağaçlık buluruz belki diyorum. Bu durumda tek çare tempoyu düşürmek yoksa istemesekte kendimizi Erivanda bulacağız.
Bir şeyler içip dondurma yiyerek serinledik. Burada uzun süre oturup çene çaldık. Hosteli arayıp rezervasyonu bir gün öne çekmek aklıma gelince hosteli aradım ama yer olmadığından isteğimiz gerçekleşmedi. Böylece hattımızla Ermenistandaki numaraları arayabileceğimizi öğrenmiş olduk.
Sonunda kovulmadan gitmeye karar verip yola çıktık. Az sonra yol kenarındaki üzüm bağlarının ardında Ağrı dağı göründü. Dağın zirvesi de görünüyor ama hava puslu olduğundan görüntü net değildi.
Yol bir bulvara bağlandı. Erivana 35 - 40 km kadar yolumuz var. Karşıdan esen rüzgar bizi engelliyor. Önümüze kısa bir yükselti çıktı. Hakan önümde bisiklet gitmiyor diye söyleniyor. Vitesimi değiştirmeden pedallar yüklenip Hakanın yanından geçip gittim. Tepe bittiğinde dönüp arkama baktım ara açılmıştı. Acele etmeye gerek yoktu, tempoyu düşürdüm bir yandan da ağaçlık uygun bir kamp alanı bakınıyorum.
Hakan hızını arttırıp bana yetişti arkama girip benim yardığım rüzgar boşluğunda gitmeye çalışıyor. Bu yöntemle % 40 ila 50 daha az güç harcayarak gitmek mümkün. Nükleer santralın bacaları daha net görünmeye başladı.
Bir süre sonra yolun sağında bir dere ve ağaçlık görünce durup burada konaklamaya ne dersin diye Hakana sordum. Hakan olur abi dedi. Rüzgar epey hırpalamış. Hem yolda harcadığımız zamanlar nedeniyle bu saatten sonra Erivana ulaşmanın bir cazibesi yoktu. Hakan ağaçların altındaki kişilerle selamlaşıp su istemiş, onlarda bir tane buz gibi bira vermişler. Erdal gelince konaklama fikrimizi ona da söyledik. Erdal ve guruptaki çocuklardan birisinin girişimi ile ağaçların arkasındaki tarla sahibi ile konuşulup tarlada konaklamamız için izin alındı. Gençler giderken yanlarındaki bir pide ve 2 domatesi bize bıraktılar. Çadırımı kurmak için çantamı açtığımda yedek suyun kapağının açıldığını ve bütün suyun boşaldığını gördüm. Böylece hiç içme suyum kalmadı. Çocuklar 1 km ileride market olduğunu söylemişler ben gider alırım dedim. Hakan ve Erdalda bir su ile 2 litrelik bira istediler. Benim prensibim kamp için bisikletten indikten sonra gideceğim yere yürüyerek gitmektir. Asla bisiklete binmem ama baktım yerleşim yeri yaklaşık 3 km uzakta çaresiz bisiklet ile gitmeye karar verdim.
Bu günkü tur mesafesi: 120 km.
Yola çıkıp pedal çevirmeye başladım. Rüzgar hızını daha da arttırmış zor gidiyorum.
2,5 km sonra Echzimendin tabelasından saptım. Böylece görünen yerin Echzimendin olduğunu öğrendim. Echzimendin Ermenistan'ın dini merkeziymiş.
Yolun sağındaki bu görkemli binayı görünce fotoğrafını çekebilmek için karşı kaldırıma gittim. Binanın kapısının önünde sandalyesine kurulmuş oturan yaşlı adam beni yanına çağırdı. Adama Mayr Tachar dedim, anlamayınca Lonely Planetten yazıyı gösterdim ama adam yine anlamadı. Beni içeri davet etti. Bisikleti kilitleyeyim diye işaret ettim gerek yok bir şey olmaz gibilerden bir işaret yaptı.
Ne ben adamı anlıyorum ne adam beni işaretle anlaşıyoruz. Bir ara English dedi. Kafamı salladım. Bu adama Türk olduğumu nasıl anlatacağım hadi anlattım diyelim devamında diyalog kopacak. Kabartma oymalarla kaplı şatafatlı bir koridordan geçip sağ taraftaki salona girdik. Salondaki kanepenin üzerinde içkiden sızan bir adam yatıyordu. Votka şişesi de yerde duruyordu. Yaşlı adam avizeyi yakıp gösterdi.
En üst kata çıkıp etrafı seyrettik. Buradan tüm Echzimendin, Ağrı dağı, nükleer santral görünüyor. Bitti nihayet çıkabileceğim derken yaşlı adam 3. katın kapısını açıp orayı da görmemi istedi.
Sonunda tur bitti, dışarı çıktım. Bir kare de evin kapısından görüntü aldım. Evet burası evin sokak kapısı. Bu evin daha doğrusu sarayın kime ait olduğunu hala merak ediyorum.
Papaz yanıma geldiğinde selam verip nereli olduğumu sordu. Türküm deyince şaşırıp Türk müsün dedi. Evet dedim. Hıristiyan mısın diye sordu hayır dedim. Adımı sordu. Ardından Orhan Ermeni tarihini biliyor musun dedi. Bu arada cübbesini çıkarıp katlayarak çantasına koydu. Belli ki mesaisi bitmiş. Bilmem gerektiği kadarını biliyorum dedim. Ermeni tarihi hakkında ne düşünüyorsun dedi. Ne dememi bekliyorsun diye soru ile karşılık verdim. Ardından ben tarihçi değilim tarihin değerlendirmesini bu konuda uzman olan kişilerin yapması gerekir diye devam ettim. Ermenistanı nasıl bulduğumu, Ermenistan hakkında ne düşündüğümü sordu. Geçtiğimiz bölgenin çok fakir olduğunu, insanların iyi niyetle çabalayıp bir şeyler yetiştirip geçimlerini sağlama çalıştıklarını söyledim. Benimle daha sonra yazışmak hatta görüşmek istediğini söyledi. Kartımı verip istediğiniz zaman arayabilirsiniz dedim. Genç papaz ve yanındaki Mary ile el sıkışıp ayrıldık. Gördüğüm evin kime ait olduğunu papaza sormadığıma çok pişman oldum. Eğer bir gün bana yazarsa sorup öğreneceğim.
Görmek istediğim asıl kilise bu. Mayr Tachar. 301-303 yılları arasında yapılmış. Daha sonra yıkılmış, 480-483 yılları arasında yeniden yapılmış. Restorasyon yapıldığından kapalı.
Çekimleri tamamlayıp girişte gördüğüm markete gittim. 2 litre bira yokmuş, 3 şişe bira ve 2 su alıp kamp yerimize döndüm. Arkadaşlar beni merak etmişler. Hakan Turkcell ve Aveanın çektiğini söyledi. Bende sim kartımı takıp telefonu açtım ama her zamanki gibi Vodafone gene çekmiyordu. Daha önce bizim sınırın çok daha yakınından geçmiştik belki orada denesek Türkiyeyle konuşurdum. Duşumu aldım, yemeklerimizi yedik. Hakan sabah 5 te kalkıp Ağrı dağının fotoğrafını çekmek istediğini söyledi. Bende kalkacağım. Genellikle sabahları hava açık olur.
Yemekten sonra çadırlarımıza girdik. Hakan şebekeyi yakalamanın mutluluğu ile önüne geleni arayıp bilgi veriyor. Yatıp bir süre müzik dinleyip sonra uyudum. Echzimendin turunda 8 km yol yapmışım.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder