03 Temmuz 2011 Pazar
Yol haritamız:
Sabah kalkıp hazırlandık ve kahvaltı etmeden 07:30 da yola çıktık. Kahvaltı için 2 seçenek var. 1. si sevgili Emin’in önerdiği köprünün yanındaki büfe, 2. si ise sevgili Ahmet Salih’in Kıcıdaki kamyoncu lokantasına mutlaka uğrayın diyerek işaret ettiği yer. Ana yola çıktıktan az sonra karşımıza Arsuz sapağı çıktı. Cihan’a Arsuzdan gitmemek konusunda hala kararlı mısın diye sordum. Evet dedi.
Yola devam edip bir gün önce fotoğrafını çekmeyi unuttuğumuz Binbaylar’ın fotoğrafını çektim.
Daha İskenderundan çıkmadan günlerdir konuştuğumuz herkesten ününü duyduğumuz Belen yokuşu başladı.
Başlangıçta yokuş dikti.
Hava bulutluydu. Cihan kampın bekçisi ile konuşurken adam yağmur yağabileceğini söylemiş. Yağmaz dedim. Benim hazırladığım turda yağmur yağmaz, rüzgar esmez. Bundan sonra hazırladığım turlara gözü kapalı katılacaksın.
İlk gün Bozüyüğe geldiğimizde gök gürledi , şimşek çaktı, birkaç damla yağmur düştü ve durdu. Eskişehir’e yaklaştığımızda Afyon tarafında gök gürleyip şimşek çakıyordu, biz eve girdikten sonra birkaç damla yağmur düştü. Afyona geldiğimizde burada dün yağmur yağdı dediler. Mersine geldiğimizde 2 gün önce yağmur yağdığını öğrendik. İskenderunda bir gün önce yağmur yağdığını söylediler. Rüzgar birkaç gün öğlene kadar esti.
Neyse biz yine tura dönelim. Daha şimdiden deniz seviyesinden epey yükselmiştik.
Buda arkamda kalan yokuş. Bu noktadan sonra yokuş dikliği azalarak devam etti.
Belen göründü.
Yol kenarındaki kayanın üzerine bayrak tutan bir kol heykeli var. Keşke önündeki bu binalar olmasaydı. Heykelin görünürlüğünü engelliyor. Ayrıca kayanın arka tarafı boş bir mezbelelik. Burası park yapılıp yeşillendirilebilirdi.
Yolda Belen’e kadar su yok ama bu durum insanı rahatsız etmiyor. Yanınızdaki su size buraya kadar rahatlıkla yeter. Belende Pazar vardı. Eskiden İstanbulda da gördüğümüz ama artık mazide kalan canlı tavuk kafesi ilgimi çekti.
Belende yol kenarında birkaç çeşme var. İlkine esnaf hortum takmış kaldırımları yıkıyordu durmadım. 2. çeşmeyi geçerken gördüğümden duramadım. 3. çeşmede durup mataramı doldurdum ama ne göreyim su beyaz akıyor. Acaba burada çeşmeden sulandırılmış rakı mı akıyor diye heyecanlandım. Bisikletimdeki boş pet şişeyi doldurduğumda onun görüntüsü de aynıydı. Pet şişeyi bagaja bağlayıp yola devam ettim. Bir yandan da bu rakı olayı ile çeşitli düşüncelere daldım.
Jandarma karakolunun önünden geçerken karakolun bahçesindeki bir köpek havlamaya başladı. Bu arada karakolun önünde miskin, miskin oturup etrafa bakınan bir köpek ben yanına gelince havlamaya başladı. Ben her zaman yaptığım gibi ağır konuşup köpeği aşağıladım ve gururu kırılan köpek susup oturdu. Bu arada nöbet tutan jandarma eri benim içinde bulunduğum durumdan son derece mutlu, ağzı kulaklarındaydı.
İskenderun çıkışından Belen geçidine kadar mesafe 18 km ve buraya kadar su ve fotoğraf molaları dahil 1,5 saatte geldim.
Belen geçidinden sonra yol aşağı doğru inmeye başlıyor ama karşıdan esen rüzgar pedal çevirmeden ilerlememi engelliyor. Az sonra Kıcı tabelası göründü. Kıcıda yol kenarındaki benzin istasyonunda kamyoncu lokantasını buldum. Kahvaltı isteyip Cihan’ı aradım. Cihan Belende yol kenarındaki bir unlu mamüller fırınına girip kahvaltısını yapmış, şimdi yola çıkıyorum, burada sende durursun diye tahmin ettim ama durmamışsın diyerek sitem etti. Aslında haklıda aç karnına yola devam etmek istememiş. Bense bu lokantayı bulacağım diye devam ettim.
Kahvaltımı yaparken karşı masadaki Mardinli olan ama İstanbulda yaşayan beyle yöre, sorunları ve gezilecek görülecek yerleri konusunda sohbete başladık. Bu arada biten çayın yerine yenisi geliyordu. Bir süre sonra Cihan da gelip sohbete katıldı. Bu arada çay içmeye devam ettik. Cihan çok güzel bir kahvaltı yaptım, çay 25 kuruştu dedi. Karnım doyup yola çıkarken hesap dedim 3 TL dediler. Yanlışlık olmasın bir sürü çay içtik dedim çaylar ikramımız dediler. Teşekkür edip yola çıktık. Yola çıkmadan aman dediler kamyonlara dikkat, fazla süret yapmayın. Cihan dün İskenderunda kamp görevliside inişe dikkat demişti bunda bir iş var yavaş inelim dedi. Adanada Hatdar ve Hanefi de bize Arsuz yolunu önerirken bu yolun inişte tehlikesine dikkat çekmişlerdi.
Yeniden yoldaydık. Aşağıda Amik ovası ve kıvrıla kıvrıla inen yol görünüyor.
Önde ben arkada Cihan kontrollü bir şekilde inerken tehlikenin nedenini anladık. Ovada sürekli esen bir rüzgar vardı ve özellikle yandan estiği zaman 20-25 km hızda bile bisikleti kontrol etmek zorlaşıyordu.
İşte yoldan çıkmış bir kamyon. Aracın şanzımanı arkada yerde duruyor.
Bir gölet ve karşı tepede rüzgar jeneratörleri.
Yokuş aşağı inişi tamamladık ama karşıdan esen rüzgar sürmemizi oldukça güçleştiriyor.
Bir süre sonra yolun yanındaki yoldan bir genç “Hello” diye seslendi. Yola çıktığımızda her hello diyene merhaba, iyi günler diyorduk ama sonra bizden Türkçe karşılık duyan çocukların boyunlarını büktüklerini gördüm. Cihan’a bunlarla İngilizce konuşup onore edelim, belikli İngilizce konuşmak istiyorlar dedim ama bu arada Heelodan sonra hello donkey diyenler ve küfür edenlerde oluyordu. Bana seslenen gence “Ben Türküm” dedim. Olsun gel bir konuşalım dedi. Yanına gittim.
Genç sizi turist sandım çay ısmarlayacaktım dedi.
Türklere ısmarlamıyor musun dedim. Ayıp ediyorsun şurada çiftlik var gelin ısmarlayayım dedi. Adı Selahattin. Me iş yapıyorsun diye sordum. Sucuyum dedi. Sen nasıl sucusun hani nerede damacanalar dedim. Ben pamuk tarlasını suluyorum dedi.
Selahattin güler yüzlü, temiz bir genç. Kendisi ile vedalaşıp yola devam ettik.
Yol düz ama sürekli karşıdan esen rüzgâr var. Maraşboğazı çıkışında yol kenarındaki bir evin yan balkonundan “Hello” diye seslendiler. Durdum ben Türk’üm dedim. Olsun gel dedi adam. Yandaki sokağa girip bahçe içindeki evin önüne gittim. Gel çay iç diye davet etti bir adam. Yalnız değilim arkadaşımda var dedim. Olsun oda gelsin dedi. Yukarıda çay içtik teşekkür ederim dedim. Kahvaltıya buyurun dedi. Geç kalmayalım karnımız tok teşekkür ederiz dedim. Burası Sağlık bakanlığına ait bir lojmandı.
Soğanlar sökülüp çuvallanmış. Sevk edilmek üzere kamyona yükleniyor.
Önümüzdeki mesafe gittikçe azalıyor ve turun sonuna yaklaşıyorum.
Son 20 km deyiz.
Bu gün her tabelanın fotoğrafını çeken Cihan nedense son 10 km tabelasının önünde durmadan devam eeti. Herhalde bir an önce Hatay tabelasına ulaşmak istiyor. Rüzgardan sıkıldı.
Hatay girişine geldik ama hala Hatay tabelası yok.
Hatay tabelasını göremeden Hatay’a girdik.
Burası şehrin yeni yapılan kısmı. Yüksek ve modern binaların olduğu geniş caddeler var.
Kırmızı ışıkta beklerken gördüğümüz bu süslü at ilgimizi çekti. Şehirde neredeyse her sokakta bir düğün vardı. Herhalde bu at sünnet düğününde kullanılmak için süslenmiş. Acaba gelin için olabilir mi?
Hatayda bize konaklama konusunda yardımcı olacak olan Ethem Baklacıyı aradım ama şehri tanımadığımızdan bir türlü nerede olduğumuzu tarif edemiyoruz. Sonunda sokaktan geçen 2 hanımdan yardım isteyip yerimizi tarif edebildik ve Köprübaşında müzenin önünde buluşmak için sözleştik. Karşı yamaçta eski Hatay’ı görüyorsunuz.
Müzenin önüne gelip Ethemi beklerken Cihan Valilik, Belediye diye sağa sola koşuşturup duruyordu. Ne yapıyorsun dediğimde Hatay tabelası olmadığından Hataya ait bir şeyin önünde fotoğraf çektirmem lazım dedi. Müzeden iyi Hatay’a ait işaret mi olur dediysemde dinlemedi. Tabelanın olmayışı Hatylı yöneticilerin ayıbı, buraya geldiğimi kanıtlamak için fotoğraf peşinde koşamam isteyen geldiğimize inansın, istemeyen inanmasın dedim.
İskenderundan buraya kadar yaptığımız yol: 62 km.
Ortalama hızım: 16,9 km
En yüksek hızım: 56,7 km
Pedal çevirme sürem: 3 saat 40 dakika.
Ethem geldi. Müzeyi gezin, Harbiyeye gidin ben size bir benzin istasyonunda yer ayarlayacağım dedi ve işleri varmış gitti.
Cihan müzeyi gezerken ben dışarıdaki eserleri fotoğrafladım ve bisikletleri bekledim.
Müzeyi gezip çıkan Cihan’a nasıl dedim. Çok güzel dedi. Ardından ben girdim. Eğer Hataya gelip Mozaik müzesini gezmediyseniz hadi birlikte gezelim.
Burası dünyanın en büyük 2. Mozaik Müzesiymiş. Müze tek kelime ile muhteşem. Hatay’a gelen her ziyaretçinin bu müzeyi mutlaka gezmesi gerekir. Bu harika eserlerin M.Ö. ki yıllarda yapıldığına insan’ın inanası gelmiyor.
Müzeden çıktıktan sonra herkesin mutlaka görün dediği Harbiyeye doğru yola çıktık. Bir yandan yokuş, bir yandan rüzgâr bizi canımızdan bezdirdi. Bir yandan söyleniyor bir yandan pedal çeviriyoruz.
8 km sonra Harbiyeye geldik. Günlerden Pazar olduğu için aman bir kalabalık sormayın. Cihanda bende kalabalıktan sıkıldık. Çevrede pek çok lokanta var. Bunlardan birisinin önünde Cihan bisikletleri beklerken ben Harbiyeyi görmeye gittim. Aşağı inip sola doğru döndüğünüzde bir arabanın geçebileceği genişlikteki sokağın iki tarafına sıralanmış hediyelik eşya satan tezgahlar var. Bu rezgahların arasında iki yerde yaşlı köylüler küçük plastik kaplara doldurdukları meyvaları 1-2 TL ye satıyorlardı. Kalabalıktan yürümekte zorlanıyorum. Aşağı indikçe solda yamaçtan akan suyun oluşturduğu şelalelerle karşılaştım. Bunlar fazla büyük olmayan şelalelerdi.
Bu şelalelerin arasına bir şeyler yiyebileceğiniz mekanlar açılmış. Burası Hatay’ın mesire yeri. Ben iyiki bu yola bisikletlerimizi sokmamışız diye düşünürken bazı arabaların insanlara sürtünerek zorla ilerlemeye çalıştıklarına rastladım. Her iki taraftan gelen araçlar yüzünden yol kilitlendi, insanların bile yürüyebilmesi olanaksız hale geldi.
Ben dönünce Cihan gitti. Her ikimizde bu geziden pek memnun kalmadık. Ethem bize burada Ulaş’ın yerini tavsiye etmişti. Arayıp konumumuzu sordu. Lokantayı tarif etti ve bizi beklediklerini söyledi ama biz yanlış yöne gidince lokantayı bulamayıp şehre dönmeye karar verdik. Böylece burada Hatay mutfağının tadına bakma fırsatını kaçırmış olduk.
Şehirde bir fast food da çok methedilen döneri tatmak istedik. Biz tabakta yaprak döner beklerken gelen tam bir hayal kırıklığıydı. Lavaşın içine konan tavuk dönerin üzerine kızarmış patates ve mayonez konulup dürüm yapılmıştı. Dönerin ardından hemen yan taraftaki Hatay Künefede künefe yedik ve hızımızı alamayıp bir daha yedik.
Künefeye laf yoktu. Bize şimdiye kadar künefe diye peynirli kadayıf yedirmişler. Burada yapılan künefenin içinde bol peynir ve üzerinde ince bir tabaka tel kadayıf var.
Ethem bizi arayıp St. Pierre kilisesi yolu üzerinde bir benzin istasyonunda konaklayabileceğimizi söyleyince hem istasyonu hem de St. Pier’i görmek üzere yola çıktık.
St. Pierre eski Hatayda bir yamaçta.
Hatay’ın görünüşü.
Şimdide kilisenin içine girelim. Burası dünyada bilinen ilk ibadethanelerden birisi.
Müzeden çıkıp aşağı indiğimde Cihan’ın yanında 2 kızı ve eşiyle birlikte Ethemi gördüm. Bir yere giderken bize de uğramış. Kendisine bize gösterdiği ilgi ve yardımlar için teşekkür ederiz. Cihan da kiliseyi gezdikten sonra bana dönüş bileti almak için otogara gittik. Yeni otogar şehrin dışında. O gün için bilet bulsam dönecektim ama bir sonraki gün için bilet bulabildik. 70 TL ye dönüş biletini alıp şehre döndük. Cihan Çanakkaleye dönüşü de bisiklet ile yapacağından onun öyle bir derdi yok.
Müzenin arkasındaki büyük parka gittik. Burası da çok kalabalık. Müzenin önünde geldiğimizde fotoğraf çektirirken oradaki gençler bisiklet ile geldiğimizi duymuşlardı. Haber bir anda Hatay’a yayılmış. Parkta genler birbirlerine bisiklet ile İstanbuldan geldiğimizi söylemişler. İlgi odağı haline geldik. Genç erkekler, kızlar hatta kadınlar bizi durdurup İstanbuldan buraya bisiklet ile mi geldiniz diye soruyorlar. Fotoğraf çektiriyorlar. İlginç sorulardan bazıları şöyleydi. Hiç acıkmadınız mı? Uyumadınız mı? Yorulmuyor musunuz? Kaç günde geldiniz? Parktan çıktığımızda yanıma gelen 15-16 yaşındaki bir genç İstanbuldan buraya bisiklet ile gelmek zor değil mi diye sordu. Sence diye sordum. İnsan azmederse başarır dedi. Bak sen işi çözdün bile dedim.
Hatay’ın içinden geçen Asi nehri.
Yatmak için benzin istasyonuna gittik.
Hatayda gezdikten sonra bu günkü yol verilerim şöyle oldu.
Pedal çevirme mesafem: 95,8 km.
Ortalama hızım: 15,8 km.
Pedal çevirme sürem: 6 saat 1 dakika.
Hatay çok rüzgarlı. Sürekli esiyor. Buradaki insanlar bahçelerine rüzgar jeneratörü kurdursalar hem ihtiyaçları olan elektriği elde ederler, hem de elektrik kurumuna satıp para kazanırlar. Hataylılar bizi çok rahatsız eden rüzgardan hiç şikayet etmiyorlar. Gece boyunca esen sert rüzgar çadırı sallayıp beni sık, sık uyandırdı. Yarın sabah çok erken kalkmamıza gerek yok. Şehirde vakit geçireceğiz.
İstasyonda duş imkânı olmadığından yola çıktığımızdan beri ilk kez elimi ayağımı ve başımı yıkayıp vücudumu silerek uyudum.
4 Temmuz 2011 Pazartesi
Sabah fazla erken kalkmamıza gerek olmadığından bizim için geç sayılacak bir saate 07:00 de kalkıp yarım saatte hazırlandık ve şehre doğru yola çıktık. Cihan Hatay’a özgü bir kahvaltı yapmak istiyor ama çabaları boşa çıkıyor. Fikrine başvurduğumuz kişiler bizi ısrarla Petek Pastanesine yönlendirince istemeyerekte olsa pastanenin önündeki masaya iliştik. Kahvaltının ardından ben hemen yan taraftaki sizi içine çeken dar eski Hatay sokaklarına dalarken Cihan Uzun çarşıya gitti.
Sokaklar henüz tenha.
Buradaki binalar ilk halleri ile korunmuş.
Şu anda otel olarak hizmet veren eski bir yapı.
Seyyar sebzecinin tezgahı.
Bir evin girişi.
Tur boyunca yanımda taşıdığım minik tripotumu ilk kez burada kullandım.
Hatay’ın dar sokaklarını arşınladıktan sonra Cihan’ı bulmak için Uzun Çarşıya gittim.
Burası değişik bir yer. İlk girdiğinizde hediyelik eşya ve giysi satan dükkanları ile İstanbul’un Kapalı Çarşısını andırıyor. Ama çarşı içinde ilerledikçe profil değişiyor.
Sokakta sağa sola sapan sokaklar var. Bunun yanında yanlış anımsamıyorsam 2 cami var.
Hani çarşı içinde ilerledikçe profil değişiyor demiştim ya. Değişen profilde lavaş ve pide fırınları var.
Burası da çarşının ikinci camisi.
Caminin yanındaki kasap dikkatimi çekti. Çarşıda sokak boyunca pek çok kasap var ama burada durum bizim anladığımızdan farklı. Kasapların önünde aile salonumuz var diye yazıyor. Dükkan önündeki görevliye burada kasaplar müşterilerine eti pişirip servis mi yapıyorlar diye sordum. Buradaki kasap dükkanları müşterilerin tepsi kebabı, kağıt kebabı ve tava kebabı olarak değişik kebaplar hazırlayıp az önce gördüğüm fırına pişirilmesi için yolluyorlarmış. Fırın pişen etin üzerine bir pide koyup kasaba geri yolluyormuş ve kasapta müşteriye servis yapıyormuş. Genç arkadaşımız buyur ikramda bulunalım dedi ama karnım tok olduğundan teşekkür ettim. Oradan birisi bunlar İstanbuldan gelmişler dedi. Aarkadaş ben dün sizi köprübaşında gördüm İstanbul’dan geldiğiniz doğru mu diye sordu. Evet deyince ben buradan köprübaşına gidemem dedi. Cihan’ı sordum az önce buradan birisi geçti ve kapıdan dışarı çıktı dediler.
Geri dönüp yan sokaklardan birisine saptım. Az yürüdükten sonra sokakta bir çay ocağı görünce tabureye çöktüm.
Çay ocağı sahibi ile söyleşip çayımı içtikten sonra sokakta ilerlemeye başladım.
Henüz işyerlerinin hepsi açılmamıştı. Bu sokakta genellikle ayakkabı üreticileri var. Belliki Hatay dışına ciddi miktarda ayakkabı sevkiyatı yapılıyor.
Ara sokaklardan geçip sabah fotoğraf çekimi yaptığım Petek Pastanesinin yan sokağına ulaştım. Sabah dikkatimi çeken Zeynel Ustanın Bakla ve Humus dükkanı yine karşıma çıktı. Karnım pek acıkmasa da bu ürünlerin tadına bakmak istedim.
Az bakla ve az humus siparişi verdim. İşte gelen. Azı buysa normali ne kadar olurdu acaba?
Tanıştırayım bu bakla.
Buda humus.
Cihan aradı yerimi tarif ettim. Cihan karnının tok olduğunu söyleyip çay içmek istedi. Sabah karşı sokakta bir hanın altında gördüğüm çaycıyı tarif edip yolladım. Ödediğim hesap 4 TL, buz gibi su bedava. Humus ve bakla çok doyurucu ve tok tutan bir yiyecek. Sabah keşke kahvaltıya buraya gelseydim.
Cihan gelince birlikte dün gittiğimiz parka gittik. Bu gün park sakindi.
Öğle yemeği için yeniden Uzun Çarşıya gittik. Bu gördüğünüz kadayıf imalathanesi. Durumu size iyi anlatabilmek için video çekimi yapacaktım ama önde görünen arkası dönük arkadaş sağ olsun görüş açısını kapattığından ancak bu kareyi çekebildim. Dilim döndüğümce bilmeyenlere kadayıf imalatını anlatayım.
Arkada görünen arkadaş cıvık hamuru havada asılı duran bakır kaba döküyor. Sonra bakır kabın altındaki kolektör borusunun musluğunu açınca boru üzerindeki ince deliklerden hamur aşağıdaki alttan ısıtılan bakır tepsiye dökülüyor. Tepsi döndüğünden hamur tepsiye ince bir çizgi çiziyor. Bakır hazne tavana zincirle asılı olduğundan usta hazneyi havada iterek hamur çizgisinin üst üste gelmesini encelliyor ve yeteri kadar hamur döküldükten sonra musluğu kapatıyor ve tepsi bir süre daha dönüp hamur yapışmayacak kadar kuruyunca yün çilesi halindeki kadayıfı toplayıp önde sağda görünen tezgaha koyuyor. Bu işi çok kısa sürede hallediyor.
Sevgili dostum Ahmet’in önerdiği Aydın kasap’a gittim. Cihan turun başından beri et yemekten kaçındığından gelmedi.
Beni çok iyi karşılayıp bahçeye buyur ettiler. Bisikleti ne yapacağız dediğimde kapının önünde bırak burada bir şey olmaz dedilerse de insanlara engel olmamak için kabul etmedim. Bisikleti de bahçeye soktum.
Burada bir sürü insan oturmuş kimi yemek yiyor kimi sırasını bekliyordu.
Ben tek başıma olduğumdan tava kebap önerdiler. Acı koyalım mı sorusuna koyun be dedim ama kasadaki adam siz onun koyun dediğine bakmayın yiyemez siz normal yapın dedi. İyiki de normal yapmışlar. Normali bile yeteri kadar acıydı birde acı olsa ne olurmuş bilmiyorum. Hesap olarak 6,5 TL ödedim. Bu porsiyonla fazla aç olmayan 2 kişi doyardı.
Yemekten sonra Cihan’ı buldum ve çarşıdan çıktık.
Artık şehirden ayrılma vaktim yaklaşmıştı. Gitmeden son kez künefe yemeye gittik.
Künefeler geldi. Burada 1 porsiyon künefe 3,5 TL. Kilosu 14 TL.
Şu güzelliğe bakar mısınız?
Fotoğrafımızı çeken Gökhan benim de fotoğrafımı çekin dedi.
Künefelerimizi yedikten sonra otogara doğru pedal çevirmeye başladık. Otogarda bir adam bunları iki gün önce Adanada görmüştüm bak buraya gelmişler dedi. Nerede gördün diye sorduğumda Dondurmacının önünde dinlenmek için durmuştunuz, bende orada har sabunu satıyordum deyince adamı anımsadım. Hanefiyi gölgede beklerken orada seyyer tezgahta sabun satan adammış. Bir süre bekledikten sonra otobüs perona yanaştı ve güler yüzlü muavinimizin yardımı ile sadece gidonu söküp bisikleti bagaja koydum.
Artık sevgili yol arkadaşım Cihan’a veda vakti gelmişti.
Cihan otobüse binip son fotoğrafımı çekti. Biliyorum ki benim gibi Cihan da ayrılmak istemiyordu.
Otogardan çıktığımızda Cihan alt geçidin altında durmuş tabelayı görüntülüyordu. Birbirimize el salladık.
Adanaya kadar boş giden otobüsümüz Adanada tamamen doldu. Ertesi sabah Harmde inip gemiye bindiğimde telefonumu açtığımda Erdal aradı ve nerede olduğumu sordu. Gemide olduğumu söyleyince “Orhan abi seninle dün ne konuşmuştuk seni ben karşılayıp evine bırakmatacak mıydım“ dedi. Sana eziyet etmek istemedim ben Sirkeciden sahil yolundan giderim desem de baktım Erdal çok kırılıyor tamam dedim Sirkecide bekliyorum. Oysa ben bisikletimle çıktığım mahalleme bisikletimle gitmek istiyordum ama bir dostumun arzusu her zaman benim arzularımdan önce geleceğinden Erdal’ı bekledim. Az sonra Erdal geldi ve beni alıp evime bıraktı.
Hatayda o hengâmede bizlere yardımcı olan ve zaman ayırıp yanımıza gelen sevgili Ethem Baklacının fotoğrafını çekmeyi veya birlikte fotoğraf çektirmeyi unutmuşuz. Benden ayrıldıktan sonra Cihan Ethemin iş yerine gidip fotoğraf çektirmiş. Ethem’i sizlere tanıtabilmek için o fotoğrafları kullanmak istiyorum.
Hatay beni çok etkiledi. Gerek bu turda gerekse başka turlarımda gittiğim şehirler arasında ayrı bir yeri var. Gitmeden önce Hatay’ı daha tutucu hatta bağnaz bir yer olarak tasavvur ediyordum ama yanılmışım. Hakikaten dendiği gibi bir hoşgörü merkeziymiş. İnsanlar son derece modern özelliklede kadınlar, canayakın, yardım sever ve misafir perverler. Kendilerine o kadar güveniyorlar ki buradan üç kağıtçı, düzenbaz adam çıkmaz. Herkes dürüsttür diyorlar.
Yiyecek içecek üzerine bir derya. Har sabunları çok güzel kokuyor ve bu sabunu kullandığınızda hem cildiniz parlar hemde saçlarınız kepeklenmez diyorlar. Hataya Pazar günü gitmeyin çünkü Uzun Çarşıdaki kasaplar ve şehirdeki bazı ünlü lokantalarda kapalı. Harbiye çok kalabalık olduğundan tadına varamıyorsunuz. Pazartesi günüde gitmeyin çünkü mozaik müzesi kapalı. Hataya gidip mozaik müzesini gezmeyen boşuna Hatay’a gittim demesin. Yakın bir gelecekte bisiklet ile olmasa bile ama otobüsle, ama uçakla Hatay’a yeniden gideceğim.
Bu turda ben 1640 km pedal çevirmişim.
Buda Çanakkaleye bisiklet ile dönen sevgili yol arkadaşım Cihan’ın yaptığı yol: 3751 km.
Benimle birlikte yola çıkıp hazırladığım bu turu gerçekleştirmemde bana can yoldaşı olan ve desteği ile Hatay’a kadar devam etmemi sağlayan sevgili arkadaşım Cihan’a çok teşekkür ediyorum.
Bu turda hiç mi birbirimize kızdığımız sinirlendiğimiz anlar olmadı? Mutlaka olmuştur, şu anda anımsamıyorum ama bunu asla hesaplaşma noktasına getirmedik. Sıkıntılarınızı o anda tartışmayın. Daha sonra uygun bir zamanda adrenaliniz düştüğünde sakin bir şekilde konuşun. Mümkünse hiç uzatmayın, öyle uygun görmüş öyle davranmıştır deyin. Tartışma asla çözüm değildir. Aksine sizi çözümsüzlüğe götürebilir.
Bu turda bizleri karşılayan, selam veren, yardımcı olan, telefonla arayan, bloğumda güzel yorumlarını paylaşan tüm dostlarımıza Cihan ve ben çok teşekkür ederiz.
Bu turda sivilcelerden çektiğimi hiç bir turda hiç bir şeyden çekmedim. Bu durumu kullandığım tayta bağlıyorum ve bu hafta sonu gideceğim turda eski taytımı giyip deneyeceğim.
YanıtlaSilCihan her ne kadar plan yapmayın dese de ben yıl içinde yapacağım turları gideceğim tarihe kadar kışın planlar, haritaları hazırlarım. Bu yıl için 3 tur planlamıştım. İlkini Kemalle birlikte 19 Mayısta gerçekleştirdik. İkincisi İstanbul Mersindi, sonra Adanaya da gideyim diyerek uzattım ve haritaları hazırladım. İmkan olursa Hatay, Antep ve Halfetiye giderim demiş ama planlama yapmamıştım. Hataya kadar gidebildim devamı başka bir tura kaldı. Bu hafta sonu planladığım 3. tur olan Uludağın zirvesine gideceğiz. Ağustos sonunda da son tura gideceğiz. Cihan'ın bundan sonra senin hazırladığın her tura gözü kapalı katılırım demesi beni çok mutlu etti. Gelecek yıl birlikte İstanbul Sarp turu yapmak için şimdiden sözleştik. Artık dönüşü Gürcistan, Ukrayna, Rusya, Romanya, Bulgaristan üzerinden Karadenizi dolaşarak mı yaparız yoksa Erzurum Doğubeyazıt üzerinden İran'a doğru uzanır mıyız bilmiyorum.
İki yoldaş, tek vücut tamamladığınız bu örnek tur nefismiş.
YanıtlaSilUyumluluk yeni,yepyeni turlara vesile olacak ve ayağınız inşallah pedaldan ayrılmayacak.
Sizleri gönülden seviyor ve destekliyoruz.
Sevgi ve saygılarımla
Hakan Kayışlıgil
Cihan'ı İstanbula döndükten sonra her gün arayıp bilgi aldım. Bir gün neredesin diye sorduğumda yanıt veremedi. Bildiği tek şey Uşağı geçtiği, Balıkesire ise yaklaşık 100 km uzakta olduğuydu. Hemen mapmyride ı açıp haritadan şurayı geçtin mi? Buraya geldin mi? soruları sorduktan sonra senin Yolcupınarında olman gerek deyip haritayı hazırladım ve yol hakkında kendisini bilgilendirdim.
YanıtlaSilSevgili Hakan teşekkür ederim. Umarım bir gün seni de aramızda görürüz. :)
YanıtlaSilCihan Abi , Orhan abi : 3 saat fark olmasina ragmen sizler sayesinde aylardir dersler yuzunden gidemedigim topragimin kokusunu tattirdiginiz icin ayaklariniza saglik , Ozellikle Harbiye ve ST Piyer kilisesine gittigniz beni cok etkiledi. :) Keske Samandag'a da gitmeye firsatiniz olsaydi. Neyse ayaklariniza yureginize saglik .
YanıtlaSilHaydar Aksu
Haydarcığım 16 Ocakta Hataya yeniden gideceğim. Üstelik kalabalık sayılacak bir gurupla. Yalnız bu sefer bisiklet ile değil uçakla gideceğiz. Bu gidişimizde Samandağa da gidip Titus tünellerini göreceğim. Hatay2ı çok sevdim gitmek için sık sık bahaneler yaratacağım. Görüşmek üzere, hoşçakal.
YanıtlaSilİki muhteşem gezgin yolda olunca demekki ortaya çıkan eserde bu kadar güzel oluyormuş .. Ellerinize sağlık teşekkkür ederim gitmiş görmüş gezmiş kadar oldum
YanıtlaSilMehmet Ali SAYIN
YanıtlaSilOrhan abi bizde sizlerle bir tur daha bitirmiş olduk. Neler gördük neler öğrendik. Senin harika sunumun ve göstermiş olduğun özenden dolayı teşekkür ederim. Bizler seyyah ruhlu insanlarız hangi dostumuz yolda ise onun heycanını hissederiz. Yolda karşılaştığımız insanlardan enerji alırız. Bir kıraathane önünde serin bir gölgenin altında soluklanırken insanların yanımıza gelip doyasıya çay ısmarlamalarına hayran kalırız. Şehirde, iş hayatında yok olduğunu düşündüğümüz duyguları tekrar hissederiz. Yolda olmak harika bir duygu!!. Cihan abi, Orhan abi yolda teker ve pedal sesinden, kuş seslerinden daha keyifli başka bir ses varmı?
Sizleri tebrik eder, yolculuğunuzu bizimle paylaştığınız için çok çok çok teşekkür ederim.
Pedalla ve Sevgiyle doslarım.
sizi tebrik ederim gerçekten güzel bir tur olmuş. Bir sorum olacak çok dik olduğunu bildiğim belen yokuşunu çıkmak ne kadar zor? biraz bahseder misiniz?
YanıtlaSilBelen yokuşu bence dik değil. İlk başlangıçtaki 1-2 km yi geçtikten sonra yol tatlı bir tırmanışla devam ediyor. Benim kolay diye nitelendirmem Uludağ ile kıyaslamamdan kaynaklanıyor olabilir. Uludağda 30 km, Belende ise 18 km rampa çıkıyorsunuz. Bu turda en dik yer Şuhut rampasının başlangıçtaki 1 km lik bölümü ile Anamurdan sonra Gözdeyi geçince başlayan yokuşun 1. km sinden sonraki 500 metrelik kısmıydı.
YanıtlaSil