Her şey soğuk bir kış günü ocak ayında internette gezinirken başladı. Bir derede gördüğüm sandal fotoğrafı ilgimi çekti ve konuyu okuyunca Melen Çayı olduğunu öğrendim. Tamam dedim buraya mutlaka gitmeli ve Melenle birlikte Karadenize kavuşmalıyım. Haritayı açıp incelediğimde madem buralara kadar gidiyorum bu turda Akçakoca’ya gidip Karadeniz kıyısını batı yönde takip ederek İstanbul’a döneyim dedim.
Bu arada başlangıç yeri olarak Düzce’yi seçtim. Düzce’ye kadar otobüs ile gidip sonrasında pedal çevirebilirdim. 9 Ocak günü harita hazırlamaya koyuldum. Bu iş için takvimde uygun bir tarih ararken 19 Mayısın uygun olacağına karar verdim. Belki bu sefer yanıma bir yol arkadaşı da bulabilirdim.
Sağda solda gevezelik yaparken tur planlarımdan söz etmiştim. Kemal kabul edersen ben de gelmek istiyorum deyince memnuniyetle dedim.
Tura 2 gün kala İbrahim Bey ile konuştuğumda size bir süre eşlik ederiz dedi. Nizamettin Bey Düzce Güvenin direkt seferi ile gelmemizi önerdi. Düzce Güveni aradığımda ilk otobüsün 11:30 da olduğunu öğrenince bütün planlar değişti. Hemen tren saatlerine baktım. İlk gemi ile karşıya geçsem 07:25 Adapazarı trenine rahatlıkla binebilirdim. Kemal e durumu söyledim. Onun gelme durumu son anda kesinleşti. Hemen Sakarya Akçakoca haritası hazırladım. 4 etaplık tur için alternatifleri de düşünerek 6 harita hazırladım. Bu arada meteoroloji özellikle gideceğimiz taraf için kuvvetli yeğış uyarısı yapıyor. Son gece yağmaya başlayan yağmur beni kararsızlığa itti. Bu duygular içinde hazırladığım haritaları kağıda bastırdım. Her tur başlangıcında bunu mutlaka yaparım.
Mapmyride da hazırladığım harita.
Karmaşık duygular içindeyim. Yağmur canımı sıktı. Acaba Kemal’i
arayıp iptal mi etsem diyorum. Sonunda karmaşık duygularla uyumak için yatağa
girdim.
Sabah 5 e kurduğum
saatim çalmadan sabah ezanı ile kalktım. 1 küçük dilim ekmekle peynir yedim ve
giyinip bisikletimi almaya gittim. Akşamdan yüklediğim bisikletime atlayıp boş
yollarda süzülmeye başladım. Şehir henüz uykudan uyanmamıştı. Unkapanı köprüsü üzerinde
insanlar balık tutuyorlardı.
Pilavcı
hala malını satabilmek umudu ile dolaşıyordu. Acaba bu saatte pilav yiyen
oluyor mudur? Ben düşünemiyorum.
Necatibey Caddesinden kat otoparka çıkan dar sokağa sapıp meydana
geldiğimde soldaki Deniz Yollarına asılan kocaman bayrağımız ile Tophane
rıhtımında bağlı büyük yolcu gemisi selamladı beni.
Biraz daha
ilerleyince bayrağımızın yanında asılı büyük boy Atatürk afişini gördüm. Atam
oturduğu kanepeden ben ne dedim, siz ne yaptınız. Size hazır kurulmuş işleyen
bir Cumhuriyet teslim ettim siz eserime sahip çıkamadınız diyordu.
Birkaç kişi hala balık yakalamaya çalışıyorlardı. Sağdaki adam
kıraça yakalıyordu. İğnede sallanan balıkları toplarken yanda onu seyreden
kızıl saçlı genç kız ile genç erkek yazık değil mi dediler. Yanındaki iki kişi
ise çinekop için sallıyorlardı oltalarını.
Bir kovada iki sarıkanat’ın yüzdüğünü görünce aklıma Günkut ile
Şefik geldi. Şefiğin yakaladığı balıkları rakı eşliğinde köprüde halledip
güzelleştirme muhabbeti olmuştu aramızda.
Ben ve yüklü bisikletim iskelenin yanında geminin kalkış saatini
bekliyoruz.
06:30 da gemi
hareket etti. Sabah rıhtımda bağlı geminin arkasında bir başkası bağlanmış.
Kimisi gidiyor.
Kimisi geliyor.
İste Topkapı
Sarayı.
Boğaz girişine
kümelenmiş küçük balıkçı tekneleri.
Kızkulesi yeni bir
günü karşılıyor.
İstanbul’un yeni misafiri
iyice yaklaştı.
Sultanahmet,
Ayasofya ve Topkapı aynı karede.
Selimiye kışlası.
Haydarpaşa
limanını ilk kez boş görüyorum.
Dev vinçlerin
denizdeki akisleri çok güzel.
Kadıköyden kalkan
ilk gemi yolcularını Eminönüne götürüyor.
Haydarpaşa lisesi.
Haydarpaşada
gemiden inip Kemal’i aradım. Az sonra evden çıkacağını söyledi.
Gişe memuru 200 TL
yi bozamayınca kimliğimin içine sıkışıp kalmış 5 TL banknot ile 4 tane 1 TL yi
verip biletimi aldım. Bisiklet taşıma ucreti için hiç bozuk param kalmadı ama
Allahtan yanımda Kemal olacak.
Kemalde geldi ve
bisikletlerimizi furgon vagonuna yükledik.
Bu hatta 1 tane furgon vagonu var ve
onun bizim trende olması büyük şans. Bu arada bizden bisikletler için ücret
almayan görevliye teşekkür ederim. Herhalde bozuk param kalmadığını anladı
bakışlarımdan.
07:25 te tren
hareket etti. 09:00 suları Bisikletliler Derneği Düzce temsilcisi Nizamettin
Ulaş otobüse bindiniz mi diye sormak için aradı. Nizamettin Bey otobüsün 08:30
da olduğunu biliyordu ve bizi Düzcede karşılayacaktı. Kendisine durumu bildirip
özür diledim. Aslında Nizamettin Bey’i önceden bilgilendirmem gerekiyordu, ayıp
oldu.
Yolda Kocaelinde
yağmur başladı, sonrasında tekrar durdu. Sakaryaya geldiğimizde yağmur yeniden
çiselemeye başladı. Ben altıma yağmur pantolonu ve üzerime su geçirmez montumu
giydim. Kemal bisikleti pantolonla kullandığından altında pantolon vardı.
Üzerine o da montunu giydikten sonra Düzce karayoluna doğru pedal çevirip kısa
sürede yola ulaştık. Küçük şehirde bulunmanın faydası.
Ana yolda biraz ilerleyince
Sakarya nehrinin üzerine geldik. Sakarya ile yarın yeniden karşılaşacağız,
üstelik denize döküldüğü yerde.
Artık yeşillikler
arasında özgürlüğe doğru pedal çevirebilirdik. Bu arada benim bisikletimden
sürtme sesi gelmeye başladı. Frendendir deyip aldırmadım. Ses arttı. İnip
bisikleti ittiğimde bir yerde tekerlek takılıp dönmüyordu. Yükleri indirip
uğraşamam diyerek devam ettim.
Kemal geliyor.
Bu arada ben yol
kenarında gördüğüm pırıl, pırıl giyinmiş bu küçük kızın fotoğrafını çektim.
Annesi kızın yan tarafında, babası ile biraz daha uzakta Kemal’in geldiği yönde
ot biçiyorlar. Kemal’in söylediğine göre kıza benden para istemesini söylemiş.
Kız ya duymadı yada utandı, para istemedi. Bu toplum çok değişti, herkes
paragöz olmuş. Yollarda bizi gören çocuklar hemen “Hello, give me money’’ diye
sesleniyorlar. Birde bu ülkede okullarda İngilizce öğretmiyorlar diyorlar. Bu
söylenen her halde sadece şehirler için geçerli. Kırsal kesim maşallah sular
seller gibi İngilizce konuşuyor.
Yolda yağmur
durunca bir benzin istasyonunun girişinde durup montumu ve pantolonumu
çıkardım. Giysilerden ter içinde kaldım. Bu kadar hafif yağmurda hiç giyinmeden
sürsem bu kadar ıslanmazdım.
Hendek girişine
geldik. Şu kaskı da hiç düz takamam. Hendeğe yaklaşık 10 km kalana kadar yol
dümdüz. Sonrasında tatlı bir çıkışla karşılaşıyorsunuz ve devamında güzel bir
inişle buraya kadar zorlanmadan geliyorsunuz. Bu yol Esmahanım öncesine kadar
çok nefis.
Arkamızda kalan
yol. Pürüzsüz ve geniş emniyet şeritli mükemmel bir asfalt. Bu yokuştan inerken
bisikletimdeki sürtme sesi daha da çoğaldı. Yapacak bir şey yok, aslında var da
yok. Uğraşmak istemiyorum.
Cumaovaya
geldiğimize göre artık sapacağımız yol ayrımına da yaklaştık.
Yol kenarında
rastladığımız Hakan Arslandan bir sonraki üst geçitten sola sapacağımızı
öğrendik. Saat öğleni geçti ve biz 50 km nin üzerinde pedal çevirdik. Yemek molasını burada vermeye karar verdik.
Hakan Arslan’a teşekkür
edip fırının yolunu tuttuk. Ben ekmek ile ton balığımı çay eşliğinde yerken
Kemal evden getirdiği kepek ekmeğinden hazırlanmış kaşarlı sandöviçini yedi.
Kemal ertesi gün öğlene kadar beslenmesini bu sandöviçlerle sürdürecek.
Yemekten sonra
Cumayeri sapağına geldik. Buradan itibaren kara yolu ile Şile dönüşünde tekrar
karşılaşmak üzere vedalaştık.
Yoldan ayrıldıktan
kısa süre sonra Cumayerine geldik ve benim çalan telefonum ile durduk.
Burada daha sonra
sık, sık karşılaşacağımız eflatun renkli çiçekleri olan bir ağaç.
Cumayerinden sonra
bu yokuştan inerek Dokuzdeğirmen köyüne doğru yol aldık.
Hem gözlerimiz,
hem de ciğerlerimiz bayram ediyorlar.
Kendimi bir anda
Karadenizde hissettim. Aslında Karadenizdeyim ama benim aklıma Karadeniz
deyince hep doğusu gelir.
Dokuz değirmen
köyü girişindeki rafting alanına ulaştık.
Rafting yapılan
Melen çayı karşımızda duruyordu. Sakin, akıp akmadığı belli değildi. İnsanda
adeta bir su birikintisini çağrıştırıyordu.
Ağaca bir seyir
terası yapmışlar. 2 kare önceki panoramik fotoğrafı bu terastan çektim.
Şimdide Kemal
çekim yapıyor.
Burada çok güzel
piknik masaları, yer minderleri, kaya tırmanış panosu, birkaç yarı şişmiş bot,
can yelekleri ve bir tesis var. Yerler çimen, temiz, insana huzur veriyor.
Az sonra yanımıza
saygılı bir tavırla bir bey geldi. Ben herhalde buranın garsonu diye düşündüm.
Adı Metin Gökçe. Buradaki fotoğraf çekimlerini gerçekleştiriyormuş. Kışın hafta
arası okullara gidip çekim yapıyor, geçimini fotoğrafçılıkla sağlıyormuş. Bizim
bisikletlerimiz kendisinin ilgisini çekmiş. Bende işten eve ve 10 km ilerideki
parkur sonuna gidip gelmek için bisiklet almak istiyorum, geçen hafta
Detachlonda bisiklet gördüm, inceledim fazla pahalı olmayan bir modeli almak
istiyorum işimi görür mü diye sordu. Görür dedim. Zaten bir bisiklete uçuk
rakamlar verilmesine yüksek evsaflı malzemeler ile donatılmasına karşıyım.
Bizim bu tür lüks tüketime ihtiyacımız yok. Aksine ucuz fakat iş görecek
kalitede seçimler yapalım ki hem bütçemiz zorlanmasın hem de bu işe heves
edenleri ürkütmeyelim. Bakmayın benim böyle göbekli olduğuma ben sporla iç
içeyim fotoğrafın dışında aynı zamanda paraşütçü ve dalgıcım dedi. Onunda
kendince sıkıntıları var. Dışarıdan liseyi bitirmeye karar vermiş çünkü yaptığı
sporlarla ilgili eğitmen sertifikası alabilmek için lise diplomasına gerek
varmış. Bize çay ikram etti. Hep birlikte hem sohbet ettik hem çaylarımızı
içtik. Ben daha kalabalık bir yer bekliyordum malum bu gün bayram deyince az
önce gelseydiniz burada insandan geçilmiyordu. Şu anda rafting yapan 120 kişi
var dedi. Raftingçiler 10 km ileride aynı bunun benzeri bir tesiste üzerlerini
giyip minibüslerle geri geliyorlarmış. Yolda minibüsleri ve rafting botlarını
geri taşıyan çekicili cipi gördük.
Metinden yol
hakkında bilgi aldım. Hemşin köyüne uğramak istiyorum dediğimde Uğurlu
üzerinden gidin Hemşin tepede ve yol çok dik, çıkamazsınız dedi. Sonra yokuş 3
km yürürsünüz artık dedi. Uzun ve tatlı sohbetten sonra Metinden izin isteyip
yeşillikler arasındaki yola koyulduk.
Az ileride yol
ikiye ayrılıyordu. Sağ taraf Subaşı köyüne gidiyor. Haritama baktım bizim
sapmadan devam etmemiz gerekiyor.
Burada her yerden
billur gibi berrak su fışkırıyor.
Yol hala düz devam
ediyor ve bu beni tedirgin ediyor. Daha önce yol hakkında bilgi almak için
görüştüğüm İbrahim Öz yolda 2 yokuş olduğunu söylemişti ve ana yoldan saptıktan
sonra buraya kadar hiç yokuşla karşılaşmamıştık.
Geldiğimiz ve
gideceğimiz yol aynı karede.
Yol üzerinde bir
çeşmenin yanından geçerken Renault arabasındaki pet şişeleri dolduran bir adam
ve karısı ile karşılaştık. Adam bize müjdeyi verdi. Karşı tepenin üstüne
çıkacaksınız, işiniz zor diye. Demek 2 tepeden birisi buymuş diye düşündüm.
Metin bu tepeden söz etmediğine göre herhalde fazla dik değil. Bazen insanlar
olayı ya çok abartıyorlar yada çok basite indirgiyorlar. Anlaşılan bu adam
abartanlardan. Yol tatlı bir rampa ile başladı. Bir süre sonra sağdaki yamaçtan
aşağı çağlayarak dökülen suyu görünce durup fotoğrafladım.
Az önce yol
ayrımından geçtiğimiz köye neden Subaşı dendiğini anladım. O köye çıkmak vardı
aslında ama o kadar zamanımız yok.
Burası cennet gibi
insanın ayrılası gelmiyor.
Buraya birde
sonbaharda gelmek lazım.
Yokuş oldukça dik
ve yorucu. Metinin bu yokuştan söz etmemesine anlam veremedim. Yılan gibi döne,
döne yukarıya çıktık. Yolda su dolduran köylü korna ile selam vererek
yanımızdan geçip gitti. Az önce aşağıda tabandaydık. Hemen alt taraftaki yolun
bir kısmı görünüyor.
Kemalde geliyor.
Yokuş bitti zannettim ama az ileride devam ediyormuş.
Her yer fındık
bahçesi.
Gideceğimiz ve
geldiğimiz yol.
Daha tepeye
yolumuz var.
Nihayet çıkış
bitti.
Şu manzaraya
bakarken Yunus Emre’nin “Cennet, cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri,
İsteyene ver onları, Bana seni gerek seni’’ mısraları geliyor aklıma. Şiirde
söz edilen Allaha duyulan sevgi ve özlem olsa da ben bunu gördüğüm güzellikler
için söylüyorum.
Şu cenneti bir de
yakından görelim.
Artık iniş
başlıyor.
Yol bozuk ve yer,
yer çukurlar var. İnerken dikkat etmek gerekiyor.
Fındık
ağaçlarından sonra bu gördüğümüz şirinler bir kez daha bize Karadeniz bölgesine
geldiğimizi anımsatıyor.
Bakmayın siz onun böyle ser baktığına aslında çok munis ve
sevimli.
Burası Esmahanım.
Daha önce köy
çıkışından az ileride sağa sapacağımız söylenmişti. Yolda bir çukura daha
girince benim heybelerden birisi yere düştü. Esmahanıma inerken kancalardan
birisi yerinden çıkmıştı. Bunu da heybenin ayak topuğuma sürtmesinden fark
etmiştim ama umursamadım. Durup çadırı çözdüm, heybeyi takarken yanımızdan
geçen Wolksvagen Transporter aracın temiz giyimli, kravatlı, benden biraz daha
yaşlı ak saçlı sürücüsü camı açıp yardıma ihtiyacınız var mı dedi. Teşekkür
ettim. Burada insanların bize karşı çok ilgili olduklarını, konuşmak için can
attıklarını gördüm. Yokuş çıkarken yanımızdan geçen araçtakiler selam verdiler,
güzel sözler söylediler. Az da olsa bazı yerlerde olduğu gibi arkanızdan gelip
aniden bağıran, uzun, uzun korna çalan veya sırtınıza vuran, vurmaya çalışan
tiplere hiç rastlamadık.
Yolda bir arabayı
durdurup yolu sorduğumda az ileride taş ocağının karşısından sapacaksınız dedi.
Az sonra sağa dönen ama bizim geliş yönümüzden böğürtlenler yüzünden kolay fark
edilmeyen bir yolu geçtikten sonra fark edip durdum. Yokuştan inen traktör
sürücüsüne sorduğumda gideceğimiz yön olduğunu öğrenip döndük ve yola sapıp
hemen yükselmeye başladık. Bu arada yokuşun neresinde olduğumuzu anlayabilmek
için km göstergeme baktım. 200 metre gitmiştim ki telefonum çaldı. Durdum,
Kemalse devam etti. Arayan İbrahim Beydi. Neredesiniz dedi. Hemşin yokuşuna
henüz başladık dedim. Nizamettin Beyden Sakaryaya geleceğimizi öğrenince bizim
Karasuya ineceğimizi düşünmüş. Buradan geçeceğinizi bilseydim Dokuzdeğirmene
kadar eşlik ederdim dedi. Eğer zorda kalırsanız araç desteği dahil her turlü
desteğe hazırım hiç çekinmeden istediğiniz saatte arayabilirsiniz dedi,
teşekkür ettim. İnsanın arkasında böyle desteklerin olduğunu bilmesi çok güzel.
Görüşmenin ardından yola devam ettim. Uğurlu yerine buradan gitme tercihim
Hemşin köyünde bulunan 130 yıllık tarihi camiyi görebilmek. Bir ara bir köylü
ile karşılaştık. Köye ne kadar daha var dedim çok var dedi gülerek. Sonra köy
meydanı az yukarıda gelmişsiniz dedi. Birkaç metre sonra önümüze çıkan yaşlı
köylü zorla bizi durdurdu. Nereye gittiğimizi sordu. Camiyi görmek istediğimizi
söyledik. Az ileriden sağa dönün 50 metre aşağıda dedi. Kemal biraz daha tarif
isteyince peşimden gelin diyerek bize yol gösterdi. İnsanlar çok cana yakınlar.
Buradaki insanlar zamanında Çamlıhemşinden buraya göç etmişler. Bu arada
aşağıdan köy meydanına kadar olan yokuş tamı tamamına 3 km. Metini mesafe
konusunda bize tam mesafeyi söyleyen ilk insan olduğu için teşekkür ederim.
Oysa Dokuzdeğirmenden çıkarken kahvede oturan birisi Akçakocaya 24 km var
demişti, bana göre ise 34 km daha vardi ve benim tahminim doğru çıktı.
Kaynaklara göre
cami 130, yaşlı köylüye göre ise 140 yıllık. İlk kat taş, ikinci kat ise ahşap
ve hiç çivi kullanılmamış. Cami tadilat görmüş.
Caminin kapıları
kilitli değil ve pırıl, pırıl. Bekçi dahi yoktu.
Daha sonra İbrahim Beyden yalak olduğunu öğrendim.
Minarenin oyma
işçiliğini yakından görelim.
Büyüleyici ve huzur verici.
Köy meydanından
sonra 1,5 km daha devam eden yokuş sonunda inişle devam etse de Uğurlu
Melenağzı tarafından gelen yolla birleştikten sonrada iniş çıkışlarla devam
etti. Yarın bu yolu Melenağzına giderken yeniden kullanacağımız için inişlerde
mesafe tutmaya başladım. Bir yokuşu inerken yol kenarındaki evlerinin önünde
duran bir bey ısrarla bizi durdurdu. Nereden gelip nereye gittiğimizi sorup
bizi taktir etti. Yarın Kerpeye devam edeceğimizi öğrenince az ilerde sağa
toprak yol var oradan sahilden gidin 2 yokuşu çıkmaktan kurtulursunuz dedi.
Teşekkür edip devam ettik. Artık akşam oldu ve hava kararmadan Tezel kampinge
ulaşmamız lazım.
Sonunda Akçakocayı
devirdik.
Tekrar bir yokuş
çıktık ve ileride devam eden rampayı görünce yeter artık hala mı yokuş diye
isyan ettim. Yüklü bisiklet uzun aradan sonra beni son kilometrelerde oldukça
yordu.Son rampalarda güç kaybımı azaltmak için arka freni boşaltarak yokuş
çıktım. Aslında yaptığım hataydı. Bu tür durumlarda hemen olaya müdahale etmek
lazım, aksi taktirde telafisi imkansız sonuçlarla karşılaşılabilir.
Dokuzdeğirmenden sonra tempomuz çok düştü.
O yol Ereğliye
devam ediyormuş. Biz sola sapıp Akçakocaya girdik. Tezel Kampingin kapısında
bizi karşılayıp buyur ettiler. Çok güzel ve temiz bir tesis. Deniz kenarında
ama kayalık olduğundan denize girilemiyor. Çadır için 3€, kişi başı 8 € talep
ediyorlar. Biz 2 ayrı çadır kurduk ve kişi başı 15 TL ödedik. Çadırlarımızı
kurup yerleştikten sonra merkeze gidip alışveriş yaptık. Kemal sandöviçini
yiyecek, ben aldığım pişmiş döneri ısıtıp makarna pişirdim. Yanına birer de
bira açtık.
Sakarya Akçakoca
arsı 102,6 km.
Ortalama hızım
16,4 km.
Pedal çevirme
sürem 6 saat 15 dakika.
En yüksek hızım
53,4 km.
Heycan verici
YanıtlaSil