20 Mayıs 2011 Cuma
Gece 23:30 da
yattık ama uyumak ne mümkün üst terasta çadır kuran İngiliz olduklarını
düşündüğüm tipler çok gürültü yapıyorlar. Özellikle bir kadının sesi çok
çıkıyor. Kadın adeta otomatiğe bağlanmışçasına nefes almadan konuşuyor, diğer 2
kişiye hiç konuşma şansı vermiyor. Az sonra yağmur başladı. Artık bu yağmurda
oturamazlar çadırlarına girer uyurlar diye düşündüm. Sonrasını anımsamıyorum.
Sabah uyandığımda
çadırın içi loştu buda havanın bulutlu olduğu anlamına geliyordu. Kalksam mı
acaba diye düşünürken dışarıdan gelen horlama sesi ile Kemal’in hala uyuduğuna
hükmettim. Yağmurun sesi duyulmuyordu. Aslında yağmurun yağmasını istiyordum.
Yağışta yola çıkmayıp 1 gün daha burada kalabilir ve yola çıkarken gitmeyi
düşündüğüm Aktaş şelalesi ile Fakıllı mağarasına gidebilirdim.
06:15 te yatmaya
daha fazla dayanamayarak kalktım. Yatak keyfini hiç sevemedim. Uyandığımda
kalkmalıyım. Yatakta geçen zamanı kayıp olarak kabul ediyorum. Çadırın içi
nemli. Uyku tulumumun ayakucu ve baş tarafındaki kapşon ıslanmış ama çadırda su
yok. Ya tepedeki havalandırmayı açmadığım için nefesimden çıkan su buharı
yoğuştu yada tulumun çadıra dokunan noktaları su çekti ama işin ilginci çadır 2
kat.
Çadırın kapısını
açtığımda güneşin bulutların arasından görünmeye çalıştığını gördüm. Yağmur
durmuştu. Makinemi alıp dışarı çıktım. Çadırlarımız çok güzel görünüyordu.
Bulunduğum yerden Akçakoca mendireğinin ucu görünüyordu. Eğer hava açık olsaydı daha erken bir saatte buradan çok güzel gün doğumu fotoğrafı çekilirdi.
Bahçedeki denize nazır masalar çok güzel görünüyor. Bizim çadırımız sağdaki çitin arkasındalar.
Kampingin bahçesinden denize inen yol.
Fotoğraf çektikten sonra çadırıma girip bir önceki gün çektiğim fotoğrafları incelemeye başlamıştım ki Kemak kalktı. Saat 07:15 olmuştu.
Sonrasında
kızartılmış hellim peyniri, margarin ve çayla kahvaltımı yaptım. Kemalde hellim
ile dünden kalma kaşarlı sandöviçinş yedi. Bitter çikolata müptelası olup çayı
3 şekerle içmesine rağmen mecburiyetten şekersiz çay içti. Tatlıyla arası pek
hoş olmayan ben için şeker fark etmiyor.
Kahvaltıdan sonra
bisikletimin bakımını yapmaya karar verdim. Arka tekerleği inceleyince hem
aksiyal hem de radyal yönde balansının bozulduğunu ve sürtmenin ondan
kaynaklandığını anladım. Tekerlek bozukluktan dolayı çamurluğu aynakolun arka
kısmından kadroya bağlayan paşlanmaz çelik vidanın başı allen anahtar ağzı
silinecek kadar aşınmıştı. Ayrıca lastik yalpa yaptığından çamurluğa sürtüyordu
ve sürten bölge aşınmıştı. Bu şekilde yola devam etsem lastiğim parçalanacaktı.
Vida bozulduğu için sökemeyince çamurluğu kırarak çıkartıp attım. Bu kadar
fazla sürtünme kaybına karşın o yokuşları iyi çıkmışım. Eve döndükten sonra
bisikletimi yıkarken jant tellerinden birisinin kırıldığını görünce
deformasyonun nedenini anladım. Bu şartlarda turu tamamlamam mucizeydi.
Tezel kampingin
yöneticisi çok zor durumda olduklarını, borcun gırtlağa dayandığını ve yakında
kampingi kapatıp apartman yapmak zorunda kalacaklarını söylediler. Bence bu tür
işletmelerin desteklenmesi gerekiyor. Devletin bir görevi de doğaya saygılı
işletmelere destek olmasıdır. Tabi bir diğer görevde insanımıza düşüyor. 2 ay
kullanmak için yazlık ev almaktansa yaz tatilini kampinglerde konaklayarak
yapmayı yeğlemeli ama bu da çok zor görünüyor.
Bu günkü yol haritamız:
Yol haritamızı görmek için tıklayın.
Hesabı ödeyip yola çıktık. Tezel kampingten biraz uzaklaşınca Kale
plajını uzaktan gördük.
Dün Akçakocaya gelirken bizi durdurup tavsiyede bulunan beyin tavsiyesine uyup stabilize sahil yolundan gitmeye karar verdik. Adamın dediğine göre 2 yokuşu çıkmaktan kurtulacaktık ama o yokuşları inerken ölçmüştüm. Her ikisi de 500 er metrelikti. Bu kararı almamdaki neden değişik yerler görme isteğiydi. Geldiğim yoldan dönmeyi sevmiyorum. Stabilize yolda biraz ilerleyince denizle karşılaştık.
Yol bu şekilde devam ediyordu.
Ama az sonra durum değişti. Stabilize yol tam bir off road a dönüştü.
Dün yol boyunca tabelasını gördüğümüz ama bir türlü karşılaşamadığımız Milli takımlar kamp tesisinin tabelası yeniden önümüze çıktı.
Çok bozuk zeminli bir yokuştan dikkatli ve yavaş indim. Kemalde geliyor.
Yol sağa doğru dönüp dik bir yokuşla devam ediyor. Bozuk zemine düzeltmek için mıcır dökmüşler. Yokuşu biraz çıktıktan sonra her ikimizde kaldık. Arka tekerleklerimiz zemine tutunamadığı için bisikletlerimizi yokuşun tepesine kadar itmek zorunda kaldık. Kemal’e varsay ki Kaçkarda bisikletlerimizi itiyoruz, işin zorluğunu hisset diyorum.
Dün birkaç kez gördüğüm bu çiçekli bitkiyi yeniden görünce durup fotoğraf çektim.
Birde çimenleri çekeyim.
Hava kapalı ama yağış yok keyifli bir sürüş yapıyoruz. (Bu fotoğrafı çekeceğim zaman Kemal BİM torbası görünüyor diye çektirmek istemedi. Merak etme photoshop ile kapatırım diyerek ikna ettim. Daha sonra fotoğrafı olduğu gibi yayınladığımı görünce BİM torbası görünmeyecek demiştik diye bir uyarı notu gönderdi sevgili dostum.)
Aşağıya denize inmek için yeni bir yol açılmaya başlamış ama doğanın müdahaleye tahammülü yok, mevcut yol çökmeye başlamış.
Ben yolu çekerken Kemalde beni çekmiş.
Sonunda Milli takımlar kamp tesisine geldik.
Yol yeşillikler arasında devam ediyordu. Yol üzerinde bir evin önündeki metal silo dikkatimi çekti. Evin yanında bir adam yolda çalışıyordu. Bunun ne olduğunu sordum. Tavuk yemi koyuyoruz burası tavuk çiftliği dedi. 10.000 tavuk besliyorlarmış. Yolu sordum. Az sonra kısa bir yokuşu çıkıp ana yola bağlanacaksınız dedi. Kemal adamla sohbete devam ederken ben yol kenarındaki inek ve boğaların fotoğrafını çektim. Sonrasında köylüden selamlaşıp ayrıldık.
Az ileride bir su birikintisine rastladık. Birikinti bütün yolu kaplamıştı. Ben hiç durmadan düşük hızda suya girip geçtim. Su derindi, göbeklere kadar geliyordu. Dönüp baktığımda Kemal geçmemişti ve geçmek konusunda oldukça tedirgindi. Bakın Kemal sudan nasıl geçiyor. Videoyu izleyin.
Anayola bağlandıktan bir süre sonra Paşalar Köyüne geldik.
Paşalar köyünden
sonra güzel bir inişle Karaburun’a geldik. Tekrar deniz seviyesindeydik.
Karaburundan
dümdüz bir yolda sürerek kısa süre sonra Melenağzına geldik. Yemek molamızı
burada vereceğiz.
Melenağzının
girişindeki çay bahçesine girdik. Kemal İstanbulda hazırladığı son sandöviçini
yerken ben yine ton balığı ile ekmek yedim. Yemeğimiz bitmişti ki yağmur
başladı. Yağmurdan korunabilmemiz için çay bahçesine ait balık lokantasına
davet ettiler bizi. Burada bir süre bekleyip çay içtik.
Lokantanın duvarı
üzerinde iki erkek kedi birbirlerine üstünlük kurmak için şekilden şekle girip
miyavlıyorlardı ama iş kaba kuvvete dönüşmedi. Belli ki birbirlerine üstünlük
kuramamışlardı.
Yağmurun
durmadığını görünce ben yağmur geçirmez pantalonumu ve montumu giydim. Yola
devam kararı aldık. Ahmakıslatan olarak tabir edilen yağmur altında pedal
çevirmeye başladık. Yol ip gibiydi, tam yol bisikletine uygun. Kemalle
yarışarak pedal çevirmeye başladık. Kemal arayı 50 metre kadar açtı. Bir süre
sonra ben onu yakalayıp arayı açtım. Sonrasında Kemal tekrar beni yakaladı.
28-29 km arası bir hızla hiç durmadan 25 km boyunca pedal çevirip Karasuya
ulaştık. Benzin istasyonunda ihtiyaç molası verdik.
Yarım saatlik bir
molanın ardından yeniden yola çıktık. Bir süre sonra Sakarya nehri ile yeniden
buluştuk. Hem de denize döküldüğü noktada.
Fotoğraf
çekiminden sonra yeniden yola koyulduk. İleride ana yoldan ayrılıp sağdaki köy
yolunu kullanarak Kerpeye ulaşmak istediğimizden sapağı kaçırmamalıydık.Tüm
dikkatimize rağmen kaçırmışız. Allahtan kavşaktan hemen sonraki köyde bir
kadına yolu sorduğumda yanlış yolda olduğumuzu anladım. Köy bakkalı bu yol uzun
ama daha düzgündür, o yol karşıdaki yol gibi diye bakkalın karşısındaki mıcırlı
asfalt yolu gösterdi. Olsun diyerek geri dönüp yola girdik. Bu arada güneş
yüzünü gösterdi. Arka jantımın üzerinden geçtiğimiz mıcırlara dokunduğunu hissetmeye
başladım. Durup biraz hava basıp ve yeniden yola koyulduk. Düz ama üzerine
açılan çukurlara mıcır dökülerek doldurulmuş bir yolda ilerliyorduk. Bir mıcır
doldurulmuş çukura girmemle birlikte ön tekerlek kaydı ve ağır olan bisikleti
ayakta tutmayı başaramadım, kendimi yerde buldum. Sol dizim acıyordu ama
altımdaki pantolon dizimin parçalanmasını engelledi. Başımdaki kaskın
siperliğinin sol ucu da yere çarptı. Kaskım olmasa kaşım açılabilirdi. Aslında
fazla hızlı da değildik. 16 km civarında seyrediyorduk.
Yokuşlar indik,
yokuşlar çıktık. Yol hem çıkışları ile hem de asfalt kalitesi ile bizi oldukça
yordu.
Arka jantın yere
değdiğini yeniden hissetmeye başlayınca durup iç lastiği değiştirdik.
Önümüze çıkan
köyde yol ikiye ayrıldı ama etrafta yol soracak kimse yok. Artık ciddi, ciddi
harita yüklenebilen bir gps aleti almayı düşünmeye başladım. İlerideki bir evin
bahçesinde oynayan çocuğa seslenince babası çıktı. Sağdaki yoldan gidecekmişiz.
Beyefendi bizi çaya davet etti ama geç kalmamak için teşekkür edip reddettim.
Adam arıcılık yapıyormuş. 2 çeşit bal varmış. Çiçek esaslı ve bitki esaslı. Her
iki balda donarmış. Çiçek esaslı 3 ayda, ağaç esaslı 1 yılda. Eğer balın bir
kısmı donmuş bir kısmı donmamışsa donmayan kısım glikozdur diye bizi
bilgilendirdi. Aldanmak istemiyorsanız donmuş bal almayı tercih edin, kavanozu
45 derecedeki sıcak suya sokup bekletirseniz bal erir dedi. Arıcılık karlı bir
işmiş. Arıya bakacaksın, sen 1 bakarsan arı sana 10 bakar dedi. Kendisine
teşekkür edip yola devam ettik. Evin az ilerisinde üzerinde İSKİ yazan devasa
borular asker gibi sıralanmaştı. Fotoğraf güneşe karşı çekildiğinden burada
ayrıntı pek belli olmuyor.
Bu tarafta da
birkaç boru ve boruların yerleştirileceği düzeltilmiş yer görünüyor.
Boruların çapları
gerçekten çok büyük. Bir yandan gelecekte su sıkıntısı yaşamayacağız diye
sevinirken diğer yandan ise bu gelen suların büyük kısmının Marmaraya atık su
olarak döküleceğini düşünüp üzülüyorum. Şehir doymadan önüne çıkanı yiyip
öğüten bir canavar gibi her geçen gün büyüyor. Bunun durdurulması gerek.
Sakaryanın
döküldüğü yerden itibaren uzaklaştığımız deniz yeniden göründü.
Yukarıdaki bir
köyden güzel bir inişle bu noktaya geldik. Sağ tarafta denizin içeriye kadar
girip oluşturduğu su birikintisi.
Sol tarafımız ise
sazlarla kaplı bir su birikintisi. Yukarıdan soldaki sazlıklar çok daha güzel
görünüyordu. Ama arkamızdan havlayarak koşan köpekler yüzünden durmadan havlama
seslerinin kesildiği bu noktaya kadar indim.
Göletten tekrar
yükselerek bu noktaya geldik. Varış noktamıza yaklaştıkça sabırsızlaştım.
Yorgunluk ve bıkkınlık hissi içindeyim. Yola çıktığımız günden beri gerek bizi
yolda gören çocuklar olsun, gerek bazen araba ile gidenler olsun. Bize
"Hello'' diye sesleniyorlar. Bizse merhaba veya iyi günler diyoruz. Çok
şaşıranlarda oluyor, dün kamyonetin kasasından bize "Hello'' diye seslenen
gence merhaba diye yanıt vermemize rağmen "nice to meet you'' diye işi
pişkinliğe vuran da var, biz merhaba deyince utanıp arkasını dönen de. Az sonra
bir köyde okul bahçesinde oynayan çocuklar bizi görünce "Hello'' diye
bağırarak oyunlarını bırakıp sokağa bizim yanımıza koştular. Biz merhaba
deyince şaşırıp duraksadılar, mahcup oldular. Çocuklardan birisi avucundaki
ağaçtan yeni topladığı eriklerinden bana ve Kemal'e ikişer tane verdi ve henüz
olmamış, çekirdekleri yumuşak dedi. Erik çok makbule geçti ve bu yıl ilk eriği
orada tattım. Bu arada daha sonra bizi gören bir çocuk "Hello'' diye
bağırarak yanımıza geldi.Diğerleri " Ne hellosu oğlum adamlar Türk
görmüyor musun, Türkçe konuşuyorlar'' diyerek güldüler. Bu da geldiğimiz ve
gideceğimiz yolun göründüğü bir kare.
Sonunda Kefken’e
geldik.
Kefkende kısa bir
mola verdikten sonra 3 km ilerideki Kerpeye doğru yola çıkıp Kerpenin Kumcağız
plajına ulaştık. Buraya ben de ilk kez geliyorum. Daha önce 1 kez Kerpenin
içine gelmiştim. Kumcağız plajı ve Kefken.
Soldaki
kayalıkların arkasında Kerpe’nin merkezi ve Kerpe koyu var. Aynı zamanda meşhur
pembe kayalıkları da burada görebilirsiniz.
Kumcağızda orman
kampına girdik. Çadır başı 25 TL aldıklarını söylediklerinde küçük dilimi
yutacaktım. Sonunda görevli madem siz ilk kez geliyorsunuz sizden 20 TL alayım
dedi. Kelle başımı diye sordum, tamamı dedi. Kabul ettim ve çadırlarımızı
kurduktan sonra yemeğe giriştik. Menü dünden kalma dana döner, yoğurt, makarna
ve İstanbulda Dia dan aldığım yaprak sarması. Dia marka yaprak sarmasını
tavsiye ederim, çok lezzetliydi.
2. günde kat ettiğimiz
toplam yol: 94,7 km.
Toplam pedal
çevirme sürem: 5 saat 52 dakika.
Ortalama süratim:
16.1 km.
En yüksek süratim
55.5 km.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder