3 Temmuz 2014 Perşembe
Sabah kalktığımda sis vardı. Sisin yoğunluğundan göl görünmüyordu. Akşam yağmur durdu diye ipe astığım nemli giysilerim ve havlum adeta su dolu kazana sokulup çıkarılmış gibi ıslanmıştı. Yıkadığım çamaşırlarım sanki sıkılmadan asılmış gibiydi.
Geçen hafta buradayken sabahki sisin ardından günlük güneşlik bir gün yaşamıştık. Sisin dağılıp yerini güneşli bir güne bırakacağına dair bir inanç var içimde.
Dün geceyi rahat geçirdim. Zürihten Luzern'e geldiğimiz başlangıçta ve sonda iki küçük tırmanışın olduğu nispeten kolay ilk etabın akşamında gece yatarken baldırıma 2 kez kramp girmişti. Kas gevşetici de derdime derman olmamıştı. Uzun zamandır bu tür problemler yaşamıyordum ama sakatlık neticesinde uzun süre antrenman yapamamam gücümü almış götürmüş. Dünkü zorlu tırmanış etabının ardından geceyi rahat geçirmem kaslarımın şartlara uyum sağlamaya başladığını gösteriyor.
Az sonra İrfan ile Niyazi de kalktılar ve kahvaltıyı hazırlamaya koyulduk. Bir yandan kahvaltımızı yaparken diğer yandan telefonlarımızı, fotoğraf makinesinin ve GPS in pillerini şarj etmek için birbirimizle piriz kapma yarışı yapıyoruz. Kahvaltı bitmeden hava açtı, güneş yüzünü gösterdi. Hemen koşup ipteki ıslak çamaşırları kurutmak için güneş gören yerlere serdim. Yıllardır giydiğim sarı tişörtümü dünkü turdan sonra yıkamıştım onu da güneş gören bir yere koydum. Bu günden itibaren tişortu emekliye ayırıyorum. Bu gün yeni aldığım 2 sarı tişorttan birisini giyeceğim.
Bu günkü etapta 25 km lik Grimsell ve 18 km lik Furka tırmanışları var. Önce Girmsell e tırmanıp ardından aşağı ineceğiz ve Furkayı aşmak için tekrar tırmanacağız. Bu etapta yeni Sony action kamera ile çekim yapmak istiyorum. Hazırlıkları yapmak için kamerayı ve kafa bandını kahvaltı masasına getirmiştim. Kafa bandının paketini açtım kamerayı da çantasından çıkarttım ve acı bir sürprizle karşılaştım. Kamerayı banda tutturabilmek için ilave bir parça daha lazımdı ve ben o parçayı su kayağı boar unda kullanılacak malzeme sanıp İstanbulda bırakmıştım. Gerçekten de o parçalardan 2 tanesi boar'a yapıştırılacak parçalamış ama diğer 2 tanesi kafa veya kaska montajda gerekliymiş. Böylece çekim macerası başlamadan bitmiş oldu. İstanbulda mont edip denememek bu sonucu doğurdu. Bu konuya değinmişken hemen burada belirteyim ilerki günlerde Berlin seyahatimde Sony nin Avrupa merkez mağazasına uğradım ve orada bisiklet gidonuna montaj aparatı ve su içinde çekim yaparken kamera suya düşerse batmasına engel olan şamandıra aksesuarlarını aldım. Bundan sonraki turlarda artık mazeret kalmadı. Ben de bu turun geri kalan bölümünde kamera ile statik çekim yapmaya karar verdim.
Cihazları şarj ederken ve eşyaları kuruturken zaman geçti. Yola çıkmamız 10.30 u buldu. Niyazi'ye bugün de acele etmemesini ama Luzernden gelirken olduğu gibi bizden sonraya kalmamasını da tembihleyerek İrfan ile yola çıktık. Yine Meiringen'e doğru gideceğiz. Kampın yolundan ana yola çıktığımızda İrfan yolu takip edelim dünkü yoldan gitmeyelim dedi. Tamam dedim ben de sana aynı şeyi teklif edecektim. Yol arkadaşın aklından geçeni okuyunca turda pek keyifli oluyor.
Dağlar karşıda bizi bekliyorlar. Yel değirmenleri ile savaşan Donkişot gibi biz de dağlarla mücadeleye hazırız.
Bir kez daha Meiringen'e geldik. Tabelada yapabileceğiniz aktiviteler görünüyor. Bu vesile ile bu günden itibaren kullanmaya başladığım sarı tişortumu da görmüş oldunuz. Nasıl yakışmış mı?
Dün buradan geçerken sağda bir çeşme görmüştüm. Bu gün çeşmede durup mataramı ve yanımdaki 0.75 litrelik pet şişeyi doldurdum. İleride ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorum. Yanımda taşıdığım toplam su miktarı 1.25 lt.
Çeşme başında İrfan bisikletten ses geliyor deyip çantasından yağ çıkardı zincirini yağladı. Dünkü yağmurdan benim zincirimde de yağ kalmamıştı, sağ olsun zincirimi yağladı.
Yeniden yola çıktık. Gross Scheideg ayrımına kadar yolun durumunu dünden bildiğimden bir tempo belirleyip pedalları çevirmeye başladım. Yolda Niyazi bizi selamlayıp araba ile yanımızdan geçti gitti.
Bu gün yol Grimsell'e kadar sürekli yükselecek diye beklerken sürpriz bir şekilde inmeye başladı. Bir ara eğim arttı ve bisiklet kontrol edemeyeceğim kadar süratlenmeye başladı. Yol düz değildi sola doğru doğru dönemeç vardı önümde frenleri sıkıp hızımı azalttım. Aşağıda yemyeşil ovada Innertkirchen görünüyordu. İnişin cezbeden çekiciliğini bir kenara bırakıp fotoğraf için durdum.
İrfan durur diye beklerken selamsız bandosu filmindeki gibi durmadan yanımdan geçip gitti. Anlaşılan inişin cazibesi ve hız tutkusu galip gelmişti. Biraz sonra aşağıda ovada nokta gibi görünüyordu İrfan. Ovaya indiğimde İrfan ileride durmuş fotoğraf çekiyordu. İnnertkirchen da durmayıp Gimsell tabelasını takip ederek sağa doğru dönüp yola devam ettik.
Buradan sonra İrfanla birbirimizden ayrıldık. Ben önümdeki 5-6 kişilik yol bisikletli gurubun peşine takıldım yetişebilmek için olanca gücümle pedal çeviriyordum.
Aramızdaki mesafe azalmıyordu ama istediğimden daha yavaş kapanıyordu. Biraz sonra gurup yolun sağında durunca önümde takip edecek kimse de kalmadı. Aslında böyle gitmeyi pek sevmiyorum. Mutlaka önümde bir hedef olmalı yoksa konsantrasyonum kayboluyor pedal çevirirken başka düşüncelere dalıyorum. Rahmetli ilk okul öğretmenim sınıfta dalıp gittiğimizde kendin buradasın ama aklın İspanyada şato kuruyor derdi. Yol çokta tenha değil arada bir yanımdan motosikletliler geçiyor, arabalar geçiyor veya karşıdan gelen bisikletliler ile karşılaşıyorum. İnternette gördüğüm kayaya oyulmuş tünele geldim.
Tüneli geçince yeniden yola bağlandık. Manzara harika, yolun eğimi de kesinlikle insanı zorlamıyor. Dünkü yolun eğiminden daha yumuşak yada kaslarım geçmişi hatırlayınca bana öyle geldi.
Gittikçe yükseliyorum ama geçide ulaşmam için daha önümde çok yol var. Manzara kartpostal gibi. Arada bir geçide kaç km yolun kaldığını ve bulunduğumuz irtifayı gösteren bisiklet yolu tabelaları çıkıyor karşıma ama çok sık değiller, aralarındaki mesafe yaklaşık 10 km civarı.
Yol kenarındaki yeşil bir alan ile ağaç gölgesini bulunca Girimsell Pass'a 8 km kala durmaya karar verdim. 17 km dir su içmeden, dinlenmeden yokuş çıkıyorum.
Karnımı doyurup kendime geldikten sonra yeniden yoldaydım. Bu durumda fazla durup kasları soğutmamak lazım ama kaslarım soğumuş pedal çevirirken acı çekiyorum. ısınana kadar acı çekmeye devam edeceğim. Isınmaya çalışırken az ileride yamaçtan yola akan suyu görünce durup mataramı doldurdum. Suyun rengi bulanık ama olsun ileride belki bulamam.
Tünelin girişinde bisiklet yolu yine sağa yöneldi. Tünel aslında 75 metre ama herhalde eğim %11 olduğundan araç trafiğini aksatmamak için buraya yönlendirdiler. Bu arada 2 tane yol bisikletli yanımdan geçip gittiler. Bu yol bisikleti ne menem bir şey acaba çok merak ediyorum. Triboltingendeyken de yol bisikleti kullanan bir kız ve bir çocuk yanımdan geçip gitmişlerdi ve ne yaptıysam yetişememiştim.
Bisiklet yolunda karşılaştığım ürkek sincap hemen solumdaki kayalara tırmanıp gözden kayboldu. Tırmanmaya devam ediyorum. Tünel arkamda kaldı, eğim arttı.
Biraz sonra eğimin neden arttığı belli oldu yukarıda baraj var. Barajın bendini aşana kadar yükseleceğiz. Bunun benzerini Artvin'den Şavşat'a Ali ile giderken yaşamıştık. Baraj nedeniyle yeni yapılan yol sert bir şekilde baraj su tutma seviyesinin üstüne kadar yükseliyordu.
Yukarıda ikinci bir baraj gölüne ulaştım. İsviçrede ilk kez turkuaz rengi olmayan göl görüyorum. Yukarıya çıkan yolun kıvrımları daha iyi seçilmeye başladı. Herhalde şu tepeye vardığımda Grimsell Pass a geleceğim.
Ne kadar gideyim desem de gitmek pek mümkün değil. Biliyorum ki bir daha buralara gelmem mümkün değil onun için gördüklerimi her açıdan fotoğraflayıp kalıcı hale getirmek istiyorum.
İnnertkichen dan Grimsell e tırmanış grafiği. Gözde fazla büyütülecek bir tırmanış değil olabildiğince kolay Cazip tarafı arka tarafından iniş olması ve devamında yol ikiye ayrılıyor ve her ikisi de 2 geçide gidiyor. Yani Grimsellden indikten sonra ister geri dönün ister diğer 2 taraftan birisine gidin mutlaka yeniden tırmanmanız gerekiyor.
Hiç bu kadar çok üst seviye motosikleti bir arada görmemiştim. Niyazi hemen bana bir muz verdi. Su doldurabileceğim bir yer var mı diye sordum. Var ver doldurayım dedi. Yoldan doldurduğum bulanık suyun olduğu matarayı verdim. Mikrop kapıp bağırsaklarımı bozmak istemiyorum ama çaresiz kalırsam içerim.
Niyazi tepedeki otelin lokantasında çorba içtiğini söyleyip sen de iç çok güzeldi dedi. Ben de bir çorba söyledim. Kocaman bir kasede kremalı çorba geldi tadı gerçekten nefisti. Lokanta oldukça kalabalık. Ağırlıklı olarak motorcular, az sayıda bisikletçi ve araba ile gelenler vardı. Arabalar genellikle Mercedes, Porche, Ferrari gibi yüksek motor güçlü arabalardı. İsviçre de göründüğü kadar sosyal refah ileri seviyede. KDV %8, söylendiğine göre ücretler Avrupadan daha yüksek ama fiyatlarda pahalı. İşsiz kaldığınızda maaşınızın %80 i işsizlik maaşı olarak 12 ay boyunca ödeniyormuş. Orada da zorunlu sağlık sigortası varmış ama işsiz kaldığınızda primlerinizi ödemeseniz bile sağlık hizmeti almaya devam ediyormuşsunuz iş bulduğunuzda biriken borcunuzu geri ödüyormuşsunuz, bulamazsanız ödemiyormuşsunuz.
Bir yandan çorbamı içerken diğer yandan etrafı gözlemliyorum. Burası tahminimden daha hareketli, çıkarken burada bu kadar insan bulacağımı tahmin etmiyordum. Yolda beni sadece 4 bisikletli geçmişti, ben de 2 kişiyi geçtim. geçen motor sayısı da çok değildi ama diğer yönden de buraya çıkış olduğundan bu kadar insan burada buluştu. Atmosfer çok güzel.
Niyazi İrfan'ın mesaj çektiğini, yolda kaldığını yazdığını söyledi. Kahveni iç, gelmezsem gel beni al demiş. Niyazi İrfan'a ulaşamadığını ne yapacağına karar veremediğini söyledi. Ben de aradım ulaşamadım. Niyazinin kontörü çok az kalmıştı, muhtemelen SMS ten sonra bitmiştir onun için sana yazamıyor veya arayamıyordur, Belçika dışında olduğumuzdan ve kontör kalmadığından sen de onu arayamıyorsunur dedim ve ekledim İrfan asla pes etmez bekle gelir dedim. Niyazi yola bir bakayım deyip gitti.
Çorbanın fiyatı 7,5 CHF imiş, üstüne bir de kola içtim. Hesap dedim 11,5 CHF dedi garson kız. Kredi kartını uzattım. 20 CHF altına kredi kartı kabul etmiyoruz dedi. Ne yapacağız dedim bende hiç CHF yok. € ile ödeme kabul eder misiniz diye sordum ederiz dedi kız. 100 € verdim geriye 100 küsür aldım. Sanki yeyip içip üste para almış gibi hissettim kendimi. Niyazi geldi hesabı ödediğimi söyleyince niye sen ödedin seni davet etmiştim ben ödeyecektim dedi. Olsun dedim sen beğendiğin bir tadı bana söyleyip paylaştın, sayende ben de tatmış oldum. Bu kadar mola yeterdi. Niyazi'ye ben devam ediyorum dedim. Niyazi hala ne yapacağına karar verememiş durumda gitmekle beklemek arasında bocalıyor.
Yola çıktım ama Karşıdaki Furka Pass a kıvrıla kıvrıla çıkan yolu görünce fazla gidemedim, durup bisikletimden indim. Fotoğrafı çekerken BMW motorunu park edip fotoğraf çeken bir genç gel buradan çek, ben hep öyle yaparım. Furkanın en iyi fotoğrafı buradan çekilir deyip bir patikada uçurumun ucuna kadar ilerledi. Ben de gösterdiği yerden deklanşöre bastım.
Muhteşem görünüyor değil mi? Şimdiye kadar bisiklet ile pek çok tırmanış yaptım. Edindiğim tecrübeye göre bu tür yokuşlar görsel olarak muhteşemdir ve insanı cezbederler ama çıkarken asla zorlamazlar. Yatay giden basamaklar eğimi azaltır ve çıkışı kolaylaştırır. Örneğin karşıda gördüğümüz basamaklar yarı yarıya azalsaydı eğim 2 misli olacaktı. Bu tür görüntülerin keyfini çıkarın ama asla korkmayın, çıkarsınız. Ben 60 ıma merdiven dayamış yaşımla çıkabiliyorsam siz neden çıkmayasınız.
Yan tepedeki karlı zirveler muhteşem görünüyorlardı.
Genç Almanmış ama İsviçre'de yaşıyormuş. Bisikletimi gösterip bununla buraları gezmen çok zor deyip bunun gibi bir motor al deyip motosikletini gösterdi. İyi ama benim o kadar param yok dedim. O zaman iş kaslarının gücüne düşüyor dedi.
Fotoğrafın ardından video çekmeye başladım.
Video çekimi bitince bana Türk müsün diye sordu evet dedim. Benim Avustralyalı olduğumu tahmin ediyormuş. Türk olduğumu nasıl anladın diye sordum. Türk arkadaşlarım var onlardan bazı kelimeler öğrenmiştim o kelimelerden anladım dedi.
Bak şu karşıdaki oteli görüyor musun? Evet görüyorum dedim. Orada buzul var otele bir miktar para verip gezebiliyorsun. Ben buraya her geldiğimde gezerim. Bilim adamları 100 yıl sonra o buzuldan geriye hiç bir şey kalmayacağını tamamen eriyeceğini söylüyorlar. Tamam dedim, geçerken gezerim. İstersen senin bir fotoğrafını çekeyim Furkaya karşı dedi. Memnun olurum dedim. Almana buradan del Stelvioya gideceğimizi söyleyince harika dedi ve hemen ekledi ama ben Stelvioyu pek sevmiyorum dedi. Neden dedim. Stelvioda çok dönemeç var buda motorla giderken zevkli olmuyor ama bisiklet için muhteşem bir yer özellikle de inişte dedi.
Fotoğraf ve video çekiminden sonra yola devam ettim ve muhteşem bir yolda süzülerek döne döne aşağıya indim. Ben inerken çıkanlar vardı. Bisikletli ve motosikletli sirkülasyonu çok fazla. Yolda telefonuma SMS geldi ama durmamak için bakmadım. Yokuş bitince bir yol ayrımına geldim. Furka sol tarafta.
Aşağıda görünen ilk viraja kadar eğim %5 civarındaydı. Zorlanmadan çıktım. Gerçi buralarda da beni rahatsız edecek bir eğim yok. Bir ara aklıma geldi telefonuma baktım SMS Niyaziden gelmişti. İrfana bakmaya gidiyorum diye yazmış.
Merdiven basamağı gibi çıkıyor yol yukarı. Otele kadar 5 basamak var. Otelden sonrada buradan 3 basamak görünüyor. James Bond serisinin 3. filmi olan Gold Finger 1964 yılında Furkanın bu yollarında çekilmiş.
3. basamakta eğim birden sertleşti. Çıkıyorum ama bir de bana sorun nasıl çıktığımı. Tıpkı dün Gross Scheidegg e 3 km kala olduğu gibi. Bu eğim benim tahminim en az %16. Neyse ki 300-400 metre sonra eğim tekrar eski haline geldi.
Otelin yanındaki buzuldan akan sular karşıda bir dere oluşturuyor. Bu yolda çeşme yok ama yol kenarındaki yamaçlarda yer yer eriyen karlardan akan su kaynakları var.
Buraya girmeye değermiş ama bazen insan bu tür güzellikleri ıskalıyor. Bunun nedeni yol yorgunluğundan bir an önce hedefe ulaşma isteği, bütçemin kısıtlı oluşu ve bu güne kadar seyahatlerde ulaşıma hatırı sayılır bir para ödemiş olmam, bisikletimi emanet edeceğim kimse olmaması ve yanıma bisiklet kilidini almamam. Ben yolu açtım, bir güzelliği göz önüne serdim bundan sonra buradan geçenlerin zamanları ve yeterli bütçeleri olursa girip bu değişik ve güzel yeri fotoğraflayıp bizlerle paylaşırlar umarım.
Yanımdan geçen bisikletliye geçide ne kadar kaldı diye sordum. 1 km deyince tempomu artırdım. Buraya kadar yolda pes edip kalmamak için gücümü ekonomik kullandım. Ama az sonra gördüğüm manzara karşısında yeniden durmak zorunda kaldım.
Motosikletli bir genç fotoğrafımı çekti. Arkada boş bir bina görünüyor. Herhalde zamanında burası da otel ve lokanta olarak hizmet veriyordu ama şimdi kaderine terk edilmiş durumda.
Biraz sonra kavşağa geldim. Bu gece Andermatt ta kalacağımız için sola devam edeceğim. Eğer 3. geçit olan Gotthardpass ı geçmeyi de hedefleseydim sağa devam edecektim.
Andermatt a 4 km kala İrfan ve Niyazi beni yakaladılar. Arabayı kullanan İrfan usta çok hızlısın neredeyse Furkayı da geçip gitmişsin istersen seni de alalım dedi. Devam edin Andermatta buluşuruz dedim. Yolun eğimi hala aşağı doğru olsa da azalmıştı. Kavşaktan beri karşıdan esen rüzgarla mücadele ediyorum. İyi ki az yolum kaldı. Az sonra Andermatt göründü.
Kamp alanına geldiğimde Niyazi ile İrfan da az önce gelmişlerdi. Niyazi İrfan'ı bisiklet yolunun yandan gittiği tünelin girişinde bulmuş. Bisikletin arkasından ses geliyordu ve çıkarken zorluyordu, zorlayıp arka göbeği dağıtmamak için durup bekledim dedi İrfan. Buraya gelmeden bisikletçisine götürüp gerekiyorsa bilyaları değiştir demiş adam gerek yok deyip yağlamış. Benzer bir durum geçen yıl benim başıma gelmişti. Tura çıkmadan bisikletimi götürüp bakın yapın demiştim gerek yok diye geri yolladılar. 2 gün sonra bisikleti yıkarken ön tekerleğin sallandığını fark edip başka bir bisikletçiye gitmiştim. Sağlam denilen göbek bozulmuş, ön göbeği değiştirmişti.
Burası şimdiye kadar gördüğümüz en salaş kamp ama yine de bizim memlekettekilere on basar. Asıl kam alanı karavanlara ayrılmış ve tuvalet, banyo, bulaşıkhane gibi tesis o tarafta. Banyo ve tuvalete girmek için resepsiyonun verdiği şifreyi tuşluyorsunuz.
Çadırlar yolun diğer tarafındaki yem yeşil alana kuruluyor. 3 tane ağaçtan yapılmış piknik masası var. Yani yetersiz, onları da önce gelen uyanıklar alıp çadırlarının önüne çekip sahiplenmişler.
Çadırımı kurduktan sonra hemen duşa gittim. Suyun vücuduma değmesi ile sol kalçamda acı hissettim. Taytın ped dikişi kalçamdaki deriyi yolmuş, etim açıkta kalmış. Duştan sonra çadırda kalçama merhem sürüp 2 yara bandını yay yana getirip üzerine yapıştırdım.
Akşam yemeğini yer sofrasında erkenden yedik. İrfan ile Niyazi getirdikleri portatif tabureyi kullanıyorlar, sağ olsunlar bana da tabure getirmişler ama kalçamdaki yara yüzünden tabureye oturamıyorum. Yere oturdum daha doğrusu oturamadım uzandım. Yemeğin sonuna doğru ton balığı ile ekmek yerken üst damak protezim çat diye ortadan ikiye yarıldı. Dağın başında dişsiz kaldım. Sert bir şey ısırırken kırılsa anlayacağım ama ton balığı ile ekmek yerken olması tam bir şanssızlık. Akşam yemeğinden sonra İrfan yağmur geliyor, üstelik İsviçre çok pahalı benim param programladığımız turu yaparsak yetmeyecek bisikletimin arka tekerleğinden ses geliyor devam edip bisikletin göbeğinin dağılmasından korkuyorum. Bundan sonra araba ile gidelim, Bormiodan del Stelvio ya bisiklet ile çıkıp turu tamamlayalım Zürihe araba ile devam edip turu orada tamamlayalım. Sen istersen bizimle Belçikaya gel oradan Almanyaya geç istersen Zürihten git dedi. Tamam dedim, zorlamamın anlamı yoktu. Yalnız yarın sabah Gothard Pass ı bisikletle çıkmak istiyorum tepede arabaya binerim dedim. İrfan olur dedi.
Andermatt'ı dolaşmaya çıktım.
Andermatt dört tarafı dağlarla çevrili bir düzlükte kurulmuş, onun için güneşin etkisi erkenden kayboluyor ve şehre gölge çöküyor. İçinden bir dere akıyor. Dükkanların olduğu küçük caddesinde çok sayıda outdoor ürün satan dükkan var. Burası kışın kış sporları ile yazın da trekking ve hiking rotaları, dağda tren gezileri ile turist çekmeyi başarıyor. Burada da İsviçre mimarisinin örneklerini sıkça görüyorsunuz.
Hava kararmıştı, güneş çekilince hava birden soğudu. Çadırıma girip yattım. Kalçamdaki yara çok acıyor.
Bu günkü yol haritamız:
Hatırlarsanız Grimsell den ayrılırken durup Furka'nın görüntülerini çekip sonra da yola devam etmiştim. Orada bir şeyi atlamışım ve onu da sevgili İrfan yakalamış. Grimsell'e gitmeden görselleri araştırırken bir fotoğraf görüp çok beğenmiştim. İşte o beğendiğim objenin önünden geçmişim ama Aşağı inen muhteşem kıvrımlı yol aklımı başımdan aldığında başka hiç bir şeyi gözüm görmemiş. İrfan'ın çektiği o görüntü. Benim gördüğüm fotoğrafta motor daha yeniydi, paslanmamıştı. Çalınmasın diye zincirle bağlanmıştı.
İşte onun için tren gibi arka arkaya gitmeyi sevmiyorum. Herkes kendi hikayesini yaşasın gözlemlesin, görsün, fotoğraflasın diyorum. Diğer türlü biri durduğunda diğerleri de duruyor. herkes aynı fotoğrafı bir kaç derece açıyla çekiyor. Aynı insanlarla konuşuyor. Sonuçta döndüğünüzde birisi yazdığında diğerlerinin yazmasına gerek kalmıyor. Oysa benim yaptığım turlardan sonra bir araya geldiğimizde ortak anılarımızda oluyor ama özellikle yol hikayesi olarak herkes ayrı bir şey anlatıyor dolayısıyla dinleyen sıkılmıyor. Bu turda yanımızda araba olması bizim için büyük avantajdı dolayısıyla isteyen istediği gibi gitti. Yoksa aramız bu kadar açılmazdı daha kısa aralıklarla birbirimizi beklerdik.
Bu gün iki geçidi birden tırmandım. Sabah 3. geçidi de geçmeyi kafama koyup daha erken yola çıksaydım onu da geçerdim. Kendime güvenim iyice geldi.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder