24 Mayıs 2011 Salı

SAKARYA - AKÇAKOCA

19 Mayıs 2011 Perşembe
Her şey soğuk bir kış günü ocak ayında internette gezinirken başladı. Bir derede gördüğüm sandal fotoğrafı ilgimi çekti ve konuyu okuyunca Melen Çayı olduğunu öğrendim. Tamam dedim buraya mutlaka gitmeli ve Melenle birlikte Karadenize kavuşmalıyım. Haritayı açıp incelediğimde madem buralara kadar gidiyorum bu turda Akçakoca’ya gidip Karadeniz kıyısını batı yönde takip ederek İstanbul’a döneyim dedim.
Bu arada başlangıç yeri olarak Düzce’yi seçtim. Düzce’ye kadar otobüs ile gidip sonrasında pedal çevirebilirdim. 9 Ocak günü harita hazırlamaya koyuldum. Bu iş için takvimde uygun bir tarih ararken 19 Mayısın uygun olacağına karar verdim. Belki bu sefer yanıma bir yol arkadaşı da bulabilirdim.
Sağda solda gevezelik yaparken tur planlarımdan söz etmiştim. Kemal kabul edersen ben de gelmek istiyorum deyince memnuniyetle dedim.

Tura 2 gün kala İbrahim Bey ile konuştuğumda size bir süre eşlik ederiz dedi. Nizamettin Bey Düzce Güvenin direkt seferi ile gelmemizi önerdi. Düzce Güveni aradığımda ilk otobüsün 11:30 da olduğunu öğrenince bütün planlar değişti. Hemen tren saatlerine baktım. İlk gemi ile karşıya geçsem 07:25 Adapazarı trenine rahatlıkla binebilirdim. Kemal e durumu söyledim. Onun gelme durumu son anda kesinleşti. Hemen Sakarya Akçakoca haritası hazırladım. 4 etaplık tur için alternatifleri de düşünerek 6 harita hazırladım. Bu arada meteoroloji özellikle gideceğimiz taraf için kuvvetli yeğış uyarısı yapıyor. Son gece yağmaya başlayan yağmur beni kararsızlığa itti. Bu duygular içinde hazırladığım haritaları kağıda bastırdım. Her tur başlangıcında bunu mutlaka yaparım.


Mapmyride da hazırladığım harita.

Karmaşık duygular içindeyim. Yağmur canımı sıktı. Acaba Kemal’i arayıp iptal mi etsem diyorum. Sonunda karmaşık duygularla uyumak için yatağa girdim.
Sabah 5 e kurduğum saatim çalmadan sabah ezanı ile kalktım. 1 küçük dilim ekmekle peynir yedim ve giyinip bisikletimi almaya gittim. Akşamdan yüklediğim bisikletime atlayıp boş yollarda süzülmeye başladım. Şehir henüz uykudan uyanmamıştı. Unkapanı köprüsü üzerinde insanlar balık tutuyorlardı.



Pilavcı hala malını satabilmek umudu ile dolaşıyordu. Acaba bu saatte pilav yiyen oluyor mudur? Ben düşünemiyorum.



Necatibey Caddesinden kat otoparka çıkan dar sokağa sapıp meydana geldiğimde soldaki Deniz Yollarına asılan kocaman bayrağımız ile Tophane rıhtımında bağlı büyük yolcu gemisi selamladı beni.
Biraz daha ilerleyince bayrağımızın yanında asılı büyük boy Atatürk afişini gördüm. Atam oturduğu kanepeden ben ne dedim, siz ne yaptınız. Size hazır kurulmuş işleyen bir Cumhuriyet teslim ettim siz eserime sahip çıkamadınız diyordu.

Bu güzel gemiye bakıp hayallere daldım bir süre iskelenin kapısının açılmasını beklerken.


Birkaç kişi hala balık yakalamaya çalışıyorlardı. Sağdaki adam kıraça yakalıyordu. İğnede sallanan balıkları toplarken yanda onu seyreden kızıl saçlı genç kız ile genç erkek yazık değil mi dediler. Yanındaki iki kişi ise çinekop için sallıyorlardı oltalarını.
Bir kovada iki sarıkanat’ın yüzdüğünü görünce aklıma Günkut ile Şefik geldi. Şefiğin yakaladığı balıkları rakı eşliğinde köprüde halledip güzelleştirme muhabbeti olmuştu aramızda.
Ben ve yüklü bisikletim iskelenin yanında geminin kalkış saatini bekliyoruz.
06:30 da gemi hareket etti. Sabah rıhtımda bağlı geminin arkasında bir başkası bağlanmış.
Kimisi gidiyor.
Kimisi geliyor.
İste Topkapı Sarayı.
Boğaz girişine kümelenmiş küçük balıkçı tekneleri.
Kızkulesi yeni bir günü karşılıyor.
İstanbul’un yeni misafiri iyice yaklaştı.
Sultanahmet, Ayasofya ve Topkapı aynı karede.
Selimiye kışlası.
Haydarpaşa limanını ilk kez boş görüyorum.
Dev vinçlerin denizdeki akisleri çok güzel.
Kadıköyden kalkan ilk gemi yolcularını Eminönüne götürüyor.
Haydarpaşa lisesi.
Haydarpaşada gemiden inip Kemal’i aradım. Az sonra evden çıkacağını söyledi.
Gişe memuru 200 TL yi bozamayınca kimliğimin içine sıkışıp kalmış 5 TL banknot ile 4 tane 1 TL yi verip biletimi aldım. Bisiklet taşıma ucreti için hiç bozuk param kalmadı ama Allahtan yanımda Kemal olacak.
Kemalde geldi ve bisikletlerimizi furgon vagonuna yükledik. 
Bu hatta 1 tane furgon vagonu var ve onun bizim trende olması büyük şans. Bu arada bizden bisikletler için ücret almayan görevliye teşekkür ederim. Herhalde bozuk param kalmadığını anladı bakışlarımdan.
07:25 te tren hareket etti. 09:00 suları Bisikletliler Derneği Düzce temsilcisi Nizamettin Ulaş otobüse bindiniz mi diye sormak için aradı. Nizamettin Bey otobüsün 08:30 da olduğunu biliyordu ve bizi Düzcede karşılayacaktı. Kendisine durumu bildirip özür diledim. Aslında Nizamettin Bey’i önceden bilgilendirmem gerekiyordu, ayıp oldu.
Yolda Kocaelinde yağmur başladı, sonrasında tekrar durdu. Sakaryaya geldiğimizde yağmur yeniden çiselemeye başladı. Ben altıma yağmur pantolonu ve üzerime su geçirmez montumu giydim. Kemal bisikleti pantolonla kullandığından altında pantolon vardı. Üzerine o da montunu giydikten sonra Düzce karayoluna doğru pedal çevirip kısa sürede yola ulaştık. Küçük şehirde bulunmanın faydası.
Ana yolda biraz ilerleyince Sakarya nehrinin üzerine geldik. Sakarya ile yarın yeniden karşılaşacağız, üstelik denize döküldüğü yerde.
Artık yeşillikler arasında özgürlüğe doğru pedal çevirebilirdik. Bu arada benim bisikletimden sürtme sesi gelmeye başladı. Frendendir deyip aldırmadım. Ses arttı. İnip bisikleti ittiğimde bir yerde tekerlek takılıp dönmüyordu. Yükleri indirip uğraşamam diyerek devam ettim.
Kemal geliyor.
Bu arada ben yol kenarında gördüğüm pırıl, pırıl giyinmiş bu küçük kızın fotoğrafını çektim. Annesi kızın yan tarafında, babası ile biraz daha uzakta Kemal’in geldiği yönde ot biçiyorlar. Kemal’in söylediğine göre kıza benden para istemesini söylemiş. Kız ya duymadı yada utandı, para istemedi. Bu toplum çok değişti, herkes paragöz olmuş. Yollarda bizi gören çocuklar hemen “Hello, give me money’’ diye sesleniyorlar. Birde bu ülkede okullarda İngilizce öğretmiyorlar diyorlar. Bu söylenen her halde sadece şehirler için geçerli. Kırsal kesim maşallah sular seller gibi İngilizce konuşuyor.
Yolda yağmur durunca bir benzin istasyonunun girişinde durup montumu ve pantolonumu çıkardım. Giysilerden ter içinde kaldım. Bu kadar hafif yağmurda hiç giyinmeden sürsem bu kadar ıslanmazdım.
Hendek girişine geldik. Şu kaskı da hiç düz takamam. Hendeğe yaklaşık 10 km kalana kadar yol dümdüz. Sonrasında tatlı bir çıkışla karşılaşıyorsunuz ve devamında güzel bir inişle buraya kadar zorlanmadan geliyorsunuz. Bu yol Esmahanım öncesine kadar çok nefis.
Arkamızda kalan yol. Pürüzsüz ve geniş emniyet şeritli mükemmel bir asfalt. Bu yokuştan inerken bisikletimdeki sürtme sesi daha da çoğaldı. Yapacak bir şey yok, aslında var da yok. Uğraşmak istemiyorum.
Cumaovaya geldiğimize göre artık sapacağımız yol ayrımına da yaklaştık.
Yol kenarında rastladığımız Hakan Arslandan bir sonraki üst geçitten sola sapacağımızı öğrendik. Saat öğleni geçti ve biz 50 km nin üzerinde pedal çevirdik. Yemek molasını burada vermeye karar verdik.
Hakan Arslan’a teşekkür edip fırının yolunu tuttuk. Ben ekmek ile ton balığımı çay eşliğinde yerken Kemal evden getirdiği kepek ekmeğinden hazırlanmış kaşarlı sandöviçini yedi. Kemal ertesi gün öğlene kadar beslenmesini bu sandöviçlerle sürdürecek.
Yemekten sonra Cumayeri sapağına geldik. Buradan itibaren kara yolu ile Şile dönüşünde tekrar karşılaşmak üzere vedalaştık.
Yoldan ayrıldıktan kısa süre sonra Cumayerine geldik ve benim çalan telefonum ile durduk.
Burada daha sonra sık, sık karşılaşacağımız eflatun renkli çiçekleri olan bir ağaç.
Cumayerinden sonra bu yokuştan inerek Dokuzdeğirmen köyüne doğru yol aldık.
Hem gözlerimiz, hem de ciğerlerimiz bayram ediyorlar.
Kendimi bir anda Karadenizde hissettim. Aslında Karadenizdeyim ama benim aklıma Karadeniz deyince hep doğusu gelir.
Dokuz değirmen köyü girişindeki rafting alanına ulaştık.
Rafting yapılan Melen çayı karşımızda duruyordu. Sakin, akıp akmadığı belli değildi. İnsanda adeta bir su birikintisini çağrıştırıyordu.
Ağaca bir seyir terası yapmışlar. 2 kare önceki panoramik fotoğrafı bu terastan çektim.
Şimdide Kemal çekim yapıyor.
Burada çok güzel piknik masaları, yer minderleri, kaya tırmanış panosu, birkaç yarı şişmiş bot, can yelekleri ve bir tesis var. Yerler çimen, temiz, insana huzur veriyor.
Az sonra yanımıza saygılı bir tavırla bir bey geldi. Ben herhalde buranın garsonu diye düşündüm. Adı Metin Gökçe. Buradaki fotoğraf çekimlerini gerçekleştiriyormuş. Kışın hafta arası okullara gidip çekim yapıyor, geçimini fotoğrafçılıkla sağlıyormuş. Bizim bisikletlerimiz kendisinin ilgisini çekmiş. Bende işten eve ve 10 km ilerideki parkur sonuna gidip gelmek için bisiklet almak istiyorum, geçen hafta Detachlonda bisiklet gördüm, inceledim fazla pahalı olmayan bir modeli almak istiyorum işimi görür mü diye sordu. Görür dedim. Zaten bir bisiklete uçuk rakamlar verilmesine yüksek evsaflı malzemeler ile donatılmasına karşıyım. Bizim bu tür lüks tüketime ihtiyacımız yok. Aksine ucuz fakat iş görecek kalitede seçimler yapalım ki hem bütçemiz zorlanmasın hem de bu işe heves edenleri ürkütmeyelim. Bakmayın benim böyle göbekli olduğuma ben sporla iç içeyim fotoğrafın dışında aynı zamanda paraşütçü ve dalgıcım dedi. Onunda kendince sıkıntıları var. Dışarıdan liseyi bitirmeye karar vermiş çünkü yaptığı sporlarla ilgili eğitmen sertifikası alabilmek için lise diplomasına gerek varmış. Bize çay ikram etti. Hep birlikte hem sohbet ettik hem çaylarımızı içtik. Ben daha kalabalık bir yer bekliyordum malum bu gün bayram deyince az önce gelseydiniz burada insandan geçilmiyordu. Şu anda rafting yapan 120 kişi var dedi. Raftingçiler 10 km ileride aynı bunun benzeri bir tesiste üzerlerini giyip minibüslerle geri geliyorlarmış. Yolda minibüsleri ve rafting botlarını geri taşıyan çekicili cipi gördük.
Metinden yol hakkında bilgi aldım. Hemşin köyüne uğramak istiyorum dediğimde Uğurlu üzerinden gidin Hemşin tepede ve yol çok dik, çıkamazsınız dedi. Sonra yokuş 3 km yürürsünüz artık dedi. Uzun ve tatlı sohbetten sonra Metinden izin isteyip yeşillikler arasındaki yola koyulduk.
Az ileride yol ikiye ayrılıyordu. Sağ taraf Subaşı köyüne gidiyor. Haritama baktım bizim sapmadan devam etmemiz gerekiyor.
Burada her yerden billur gibi berrak su fışkırıyor.
Yol hala düz devam ediyor ve bu beni tedirgin ediyor. Daha önce yol hakkında bilgi almak için görüştüğüm İbrahim Öz yolda 2 yokuş olduğunu söylemişti ve ana yoldan saptıktan sonra buraya kadar hiç yokuşla karşılaşmamıştık.
Geldiğimiz ve gideceğimiz yol aynı karede.
Yol üzerinde bir çeşmenin yanından geçerken Renault arabasındaki pet şişeleri dolduran bir adam ve karısı ile karşılaştık. Adam bize müjdeyi verdi. Karşı tepenin üstüne çıkacaksınız, işiniz zor diye. Demek 2 tepeden birisi buymuş diye düşündüm. Metin bu tepeden söz etmediğine göre herhalde fazla dik değil. Bazen insanlar olayı ya çok abartıyorlar yada çok basite indirgiyorlar. Anlaşılan bu adam abartanlardan. Yol tatlı bir rampa ile başladı. Bir süre sonra sağdaki yamaçtan aşağı çağlayarak dökülen suyu görünce durup fotoğrafladım.
Az önce yol ayrımından geçtiğimiz köye neden Subaşı dendiğini anladım. O köye çıkmak vardı aslında ama o kadar zamanımız yok.
Burası cennet gibi insanın ayrılası gelmiyor.
Buraya birde sonbaharda gelmek lazım.
Yokuş oldukça dik ve yorucu. Metinin bu yokuştan söz etmemesine anlam veremedim. Yılan gibi döne, döne yukarıya çıktık. Yolda su dolduran köylü korna ile selam vererek yanımızdan geçip gitti. Az önce aşağıda tabandaydık. Hemen alt taraftaki yolun bir kısmı görünüyor.
Kemalde geliyor. Yokuş bitti zannettim ama az ileride devam ediyormuş.
Her yer fındık bahçesi.
Gideceğimiz ve geldiğimiz yol.
Daha tepeye yolumuz var.
Nihayet çıkış bitti.
Şu manzaraya bakarken Yunus Emre’nin “Cennet, cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri, İsteyene ver onları, Bana seni gerek seni’’ mısraları geliyor aklıma. Şiirde söz edilen Allaha duyulan sevgi ve özlem olsa da ben bunu gördüğüm güzellikler için söylüyorum.
Şu cenneti bir de yakından görelim.
Artık iniş başlıyor.
Yol bozuk ve yer, yer çukurlar var. İnerken dikkat etmek gerekiyor.
Fındık ağaçlarından sonra bu gördüğümüz şirinler bir kez daha bize Karadeniz bölgesine geldiğimizi anımsatıyor.






Bakmayın siz onun böyle ser baktığına aslında çok munis ve sevimli.
Burası Esmahanım.
Daha önce köy çıkışından az ileride sağa sapacağımız söylenmişti. Yolda bir çukura daha girince benim heybelerden birisi yere düştü. Esmahanıma inerken kancalardan birisi yerinden çıkmıştı. Bunu da heybenin ayak topuğuma sürtmesinden fark etmiştim ama umursamadım. Durup çadırı çözdüm, heybeyi takarken yanımızdan geçen Wolksvagen Transporter aracın temiz giyimli, kravatlı, benden biraz daha yaşlı ak saçlı sürücüsü camı açıp yardıma ihtiyacınız var mı dedi. Teşekkür ettim. Burada insanların bize karşı çok ilgili olduklarını, konuşmak için can attıklarını gördüm. Yokuş çıkarken yanımızdan geçen araçtakiler selam verdiler, güzel sözler söylediler. Az da olsa bazı yerlerde olduğu gibi arkanızdan gelip aniden bağıran, uzun, uzun korna çalan veya sırtınıza vuran, vurmaya çalışan tiplere hiç rastlamadık.
Yolda bir arabayı durdurup yolu sorduğumda az ileride taş ocağının karşısından sapacaksınız dedi. Az sonra sağa dönen ama bizim geliş yönümüzden böğürtlenler yüzünden kolay fark edilmeyen bir yolu geçtikten sonra fark edip durdum. Yokuştan inen traktör sürücüsüne sorduğumda gideceğimiz yön olduğunu öğrenip döndük ve yola sapıp hemen yükselmeye başladık. Bu arada yokuşun neresinde olduğumuzu anlayabilmek için km göstergeme baktım. 200 metre gitmiştim ki telefonum çaldı. Durdum, Kemalse devam etti. Arayan İbrahim Beydi. Neredesiniz dedi. Hemşin yokuşuna henüz başladık dedim. Nizamettin Beyden Sakaryaya geleceğimizi öğrenince bizim Karasuya ineceğimizi düşünmüş. Buradan geçeceğinizi bilseydim Dokuzdeğirmene kadar eşlik ederdim dedi. Eğer zorda kalırsanız araç desteği dahil her turlü desteğe hazırım hiç çekinmeden istediğiniz saatte arayabilirsiniz dedi, teşekkür ettim. İnsanın arkasında böyle desteklerin olduğunu bilmesi çok güzel. Görüşmenin ardından yola devam ettim. Uğurlu yerine buradan gitme tercihim Hemşin köyünde bulunan 130 yıllık tarihi camiyi görebilmek. Bir ara bir köylü ile karşılaştık. Köye ne kadar daha var dedim çok var dedi gülerek. Sonra köy meydanı az yukarıda gelmişsiniz dedi. Birkaç metre sonra önümüze çıkan yaşlı köylü zorla bizi durdurdu. Nereye gittiğimizi sordu. Camiyi görmek istediğimizi söyledik. Az ileriden sağa dönün 50 metre aşağıda dedi. Kemal biraz daha tarif isteyince peşimden gelin diyerek bize yol gösterdi. İnsanlar çok cana yakınlar. Buradaki insanlar zamanında Çamlıhemşinden buraya göç etmişler. Bu arada aşağıdan köy meydanına kadar olan yokuş tamı tamamına 3 km. Metini mesafe konusunda bize tam mesafeyi söyleyen ilk insan olduğu için teşekkür ederim. Oysa Dokuzdeğirmenden çıkarken kahvede oturan birisi Akçakocaya 24 km var demişti, bana göre ise 34 km daha vardi ve benim tahminim doğru çıktı. 
Kaynaklara göre cami 130, yaşlı köylüye göre ise 140 yıllık. İlk kat taş, ikinci kat ise ahşap ve hiç çivi kullanılmamış. Cami tadilat görmüş.
Caminin kapıları kilitli değil ve pırıl, pırıl. Bekçi dahi yoktu.


Daha sonra İbrahim Beyden yalak olduğunu öğrendim.
Minarenin oyma işçiliğini yakından görelim.
Büyüleyici ve huzur verici.
Köy meydanından sonra 1,5 km daha devam eden yokuş sonunda inişle devam etse de Uğurlu Melenağzı tarafından gelen yolla birleştikten sonrada iniş çıkışlarla devam etti. Yarın bu yolu Melenağzına giderken yeniden kullanacağımız için inişlerde mesafe tutmaya başladım. Bir yokuşu inerken yol kenarındaki evlerinin önünde duran bir bey ısrarla bizi durdurdu. Nereden gelip nereye gittiğimizi sorup bizi taktir etti. Yarın Kerpeye devam edeceğimizi öğrenince az ilerde sağa toprak yol var oradan sahilden gidin 2 yokuşu çıkmaktan kurtulursunuz dedi. Teşekkür edip devam ettik. Artık akşam oldu ve hava kararmadan Tezel kampinge ulaşmamız lazım.
Sonunda Akçakocayı devirdik.
Tekrar bir yokuş çıktık ve ileride devam eden rampayı görünce yeter artık hala mı yokuş diye isyan ettim. Yüklü bisiklet uzun aradan sonra beni son kilometrelerde oldukça yordu.Son rampalarda güç kaybımı azaltmak için arka freni boşaltarak yokuş çıktım. Aslında yaptığım hataydı. Bu tür durumlarda hemen olaya müdahale etmek lazım, aksi taktirde telafisi imkansız sonuçlarla karşılaşılabilir. Dokuzdeğirmenden sonra tempomuz çok düştü.
O yol Ereğliye devam ediyormuş. Biz sola sapıp Akçakocaya girdik. Tezel Kampingin kapısında bizi karşılayıp buyur ettiler. Çok güzel ve temiz bir tesis. Deniz kenarında ama kayalık olduğundan denize girilemiyor. Çadır için 3€, kişi başı 8 € talep ediyorlar. Biz 2 ayrı çadır kurduk ve kişi başı 15 TL ödedik. Çadırlarımızı kurup yerleştikten sonra merkeze gidip alışveriş yaptık. Kemal sandöviçini yiyecek, ben aldığım pişmiş döneri ısıtıp makarna pişirdim. Yanına birer de bira açtık.
Sakarya Akçakoca arsı 102,6 km.
Ortalama hızım 16,4 km.
Pedal çevirme sürem 6 saat 15 dakika.
En yüksek hızım 53,4 km.

1 yorum :