26 Mayıs 2011 Perşembe

AKÇAKOCA - KERPE


20 Mayıs 2011 Cuma
Gece 23:30 da yattık ama uyumak ne mümkün üst terasta çadır kuran İngiliz olduklarını düşündüğüm tipler çok gürültü yapıyorlar. Özellikle bir kadının sesi çok çıkıyor. Kadın adeta otomatiğe bağlanmışçasına nefes almadan konuşuyor, diğer 2 kişiye hiç konuşma şansı vermiyor. Az sonra yağmur başladı. Artık bu yağmurda oturamazlar çadırlarına girer uyurlar diye düşündüm. Sonrasını anımsamıyorum.
Sabah uyandığımda çadırın içi loştu buda havanın bulutlu olduğu anlamına geliyordu. Kalksam mı acaba diye düşünürken dışarıdan gelen horlama sesi ile Kemal’in hala uyuduğuna hükmettim. Yağmurun sesi duyulmuyordu. Aslında yağmurun yağmasını istiyordum. Yağışta yola çıkmayıp 1 gün daha burada kalabilir ve yola çıkarken gitmeyi düşündüğüm Aktaş şelalesi ile Fakıllı mağarasına gidebilirdim.
06:15 te yatmaya daha fazla dayanamayarak kalktım. Yatak keyfini hiç sevemedim. Uyandığımda kalkmalıyım. Yatakta geçen zamanı kayıp olarak kabul ediyorum. Çadırın içi nemli. Uyku tulumumun ayakucu ve baş tarafındaki kapşon ıslanmış ama çadırda su yok. Ya tepedeki havalandırmayı açmadığım için nefesimden çıkan su buharı yoğuştu yada tulumun çadıra dokunan noktaları su çekti ama işin ilginci çadır 2 kat. 
Çadırın kapısını açtığımda güneşin bulutların arasından görünmeye çalıştığını gördüm. Yağmur durmuştu. Makinemi alıp dışarı çıktım. Çadırlarımız çok güzel görünüyordu.


Bulunduğum yerden Akçakoca mendireğinin ucu görünüyordu. Eğer hava açık olsaydı daha erken bir saatte buradan çok güzel gün doğumu fotoğrafı çekilirdi.


Bahçedeki denize nazır masalar çok güzel görünüyor. Bizim çadırımız sağdaki çitin arkasındalar.



Kampingin bahçesinden denize inen yol.






Fotoğraf çektikten sonra çadırıma girip bir önceki gün çektiğim fotoğrafları incelemeye başlamıştım ki Kemak kalktı. Saat 07:15 olmuştu.

Sonrasında kızartılmış hellim peyniri, margarin ve çayla kahvaltımı yaptım. Kemalde hellim ile dünden kalma kaşarlı sandöviçinş yedi. Bitter çikolata müptelası olup çayı 3 şekerle içmesine rağmen mecburiyetten şekersiz çay içti. Tatlıyla arası pek hoş olmayan ben için şeker fark etmiyor.
Kahvaltıdan sonra bisikletimin bakımını yapmaya karar verdim. Arka tekerleği inceleyince hem aksiyal hem de radyal yönde balansının bozulduğunu ve sürtmenin ondan kaynaklandığını anladım. Tekerlek bozukluktan dolayı çamurluğu aynakolun arka kısmından kadroya bağlayan paşlanmaz çelik vidanın başı allen anahtar ağzı silinecek kadar aşınmıştı. Ayrıca lastik yalpa yaptığından çamurluğa sürtüyordu ve sürten bölge aşınmıştı. Bu şekilde yola devam etsem lastiğim parçalanacaktı. Vida bozulduğu için sökemeyince çamurluğu kırarak çıkartıp attım. Bu kadar fazla sürtünme kaybına karşın o yokuşları iyi çıkmışım. Eve döndükten sonra bisikletimi yıkarken jant tellerinden birisinin kırıldığını görünce deformasyonun nedenini anladım. Bu şartlarda turu tamamlamam mucizeydi.
Tezel kampingin yöneticisi çok zor durumda olduklarını, borcun gırtlağa dayandığını ve yakında kampingi kapatıp apartman yapmak zorunda kalacaklarını söylediler. Bence bu tür işletmelerin desteklenmesi gerekiyor. Devletin bir görevi de doğaya saygılı işletmelere destek olmasıdır. Tabi bir diğer görevde insanımıza düşüyor. 2 ay kullanmak için yazlık ev almaktansa yaz tatilini kampinglerde konaklayarak yapmayı yeğlemeli ama bu da çok zor görünüyor.


Bu günkü yol haritamız:

Yol haritamızı görmek için tıklayın.

Hesabı ödeyip yola çıktık. Tezel kampingten biraz uzaklaşınca Kale plajını uzaktan gördük.

Dün Akçakocaya gelirken bizi durdurup tavsiyede bulunan beyin tavsiyesine uyup stabilize sahil yolundan gitmeye karar verdik. Adamın dediğine göre 2 yokuşu çıkmaktan kurtulacaktık ama o yokuşları inerken ölçmüştüm. Her ikisi de 500 er metrelikti. Bu kararı almamdaki neden değişik yerler görme isteğiydi. Geldiğim yoldan dönmeyi sevmiyorum. Stabilize yolda biraz ilerleyince denizle karşılaştık.


Yol bu şekilde devam ediyordu.


Ama az sonra durum değişti. Stabilize yol tam bir off road a dönüştü.




Dün yol boyunca tabelasını gördüğümüz ama bir türlü karşılaşamadığımız Milli takımlar kamp tesisinin tabelası yeniden önümüze çıktı.


Çok bozuk zeminli bir yokuştan dikkatli ve yavaş indim. Kemalde geliyor.


Yol sağa doğru dönüp dik bir yokuşla devam ediyor. Bozuk zemine düzeltmek için mıcır dökmüşler. Yokuşu biraz çıktıktan sonra her ikimizde kaldık. Arka tekerleklerimiz zemine tutunamadığı için bisikletlerimizi yokuşun tepesine kadar itmek zorunda kaldık. Kemal’e varsay ki Kaçkarda bisikletlerimizi itiyoruz, işin zorluğunu hisset diyorum.


Dün birkaç kez gördüğüm bu çiçekli bitkiyi yeniden görünce durup fotoğraf çektim.








Birde çimenleri çekeyim.


Hava kapalı ama yağış yok keyifli bir sürüş yapıyoruz. (Bu fotoğrafı çekeceğim zaman Kemal BİM torbası görünüyor diye çektirmek istemedi. Merak etme photoshop ile kapatırım diyerek ikna ettim. Daha sonra fotoğrafı olduğu gibi yayınladığımı görünce BİM torbası görünmeyecek demiştik diye bir uyarı notu gönderdi sevgili dostum.)










Aşağıya denize inmek için yeni bir yol açılmaya başlamış ama doğanın müdahaleye tahammülü yok, mevcut yol çökmeye başlamış.

Ben yolu çekerken Kemalde beni çekmiş.






Sonunda Milli takımlar kamp tesisine geldik.


Yol yeşillikler arasında devam ediyordu. Yol üzerinde bir evin önündeki metal silo dikkatimi çekti. Evin yanında bir adam yolda çalışıyordu. Bunun ne olduğunu sordum. Tavuk yemi koyuyoruz burası tavuk çiftliği dedi. 10.000 tavuk besliyorlarmış. Yolu sordum. Az sonra kısa bir yokuşu çıkıp ana yola bağlanacaksınız dedi. Kemal adamla sohbete devam ederken ben yol kenarındaki inek ve boğaların fotoğrafını çektim. Sonrasında köylüden selamlaşıp ayrıldık.








Az ileride bir su birikintisine rastladık. Birikinti bütün yolu kaplamıştı. Ben hiç durmadan düşük hızda suya girip geçtim. Su derindi, göbeklere kadar geliyordu. Dönüp baktığımda Kemal geçmemişti ve geçmek konusunda oldukça tedirgindi. Bakın Kemal sudan nasıl geçiyor. Videoyu izleyin.

Anayola bağlandıktan bir süre sonra Paşalar Köyüne geldik.
Paşalar köyünden sonra güzel bir inişle Karaburun’a geldik. Tekrar deniz seviyesindeydik.
Karaburundan dümdüz bir yolda sürerek kısa süre sonra Melenağzına geldik. Yemek molamızı burada vereceğiz.
Melenağzının girişindeki çay bahçesine girdik. Kemal İstanbulda hazırladığı son sandöviçini yerken ben yine ton balığı ile ekmek yedim. Yemeğimiz bitmişti ki yağmur başladı. Yağmurdan korunabilmemiz için çay bahçesine ait balık lokantasına davet ettiler bizi. Burada bir süre bekleyip çay içtik.
Lokantanın duvarı üzerinde iki erkek kedi birbirlerine üstünlük kurmak için şekilden şekle girip miyavlıyorlardı ama iş kaba kuvvete dönüşmedi. Belli ki birbirlerine üstünlük kuramamışlardı.
Yağmurun durmadığını görünce ben yağmur geçirmez pantalonumu ve montumu giydim. Yola devam kararı aldık. Ahmakıslatan olarak tabir edilen yağmur altında pedal çevirmeye başladık. Yol ip gibiydi, tam yol bisikletine uygun. Kemalle yarışarak pedal çevirmeye başladık. Kemal arayı 50 metre kadar açtı. Bir süre sonra ben onu yakalayıp arayı açtım. Sonrasında Kemal tekrar beni yakaladı. 28-29 km arası bir hızla hiç durmadan 25 km boyunca pedal çevirip Karasuya ulaştık. Benzin istasyonunda ihtiyaç molası verdik.
Yarım saatlik bir molanın ardından yeniden yola çıktık. Bir süre sonra Sakarya nehri ile yeniden buluştuk. Hem de denize döküldüğü noktada.
Fotoğraf çekiminden sonra yeniden yola koyulduk. İleride ana yoldan ayrılıp sağdaki köy yolunu kullanarak Kerpeye ulaşmak istediğimizden sapağı kaçırmamalıydık.Tüm dikkatimize rağmen kaçırmışız. Allahtan kavşaktan hemen sonraki köyde bir kadına yolu sorduğumda yanlış yolda olduğumuzu anladım. Köy bakkalı bu yol uzun ama daha düzgündür, o yol karşıdaki yol gibi diye bakkalın karşısındaki mıcırlı asfalt yolu gösterdi. Olsun diyerek geri dönüp yola girdik. Bu arada güneş yüzünü gösterdi. Arka jantımın üzerinden geçtiğimiz mıcırlara dokunduğunu hissetmeye başladım. Durup biraz hava basıp ve yeniden yola koyulduk. Düz ama üzerine açılan çukurlara mıcır dökülerek doldurulmuş bir yolda ilerliyorduk. Bir mıcır doldurulmuş çukura girmemle birlikte ön tekerlek kaydı ve ağır olan bisikleti ayakta tutmayı başaramadım, kendimi yerde buldum. Sol dizim acıyordu ama altımdaki pantolon dizimin parçalanmasını engelledi. Başımdaki kaskın siperliğinin sol ucu da yere çarptı. Kaskım olmasa kaşım açılabilirdi. Aslında fazla hızlı da değildik. 16 km civarında seyrediyorduk.
Yokuşlar indik, yokuşlar çıktık. Yol hem çıkışları ile hem de asfalt kalitesi ile bizi oldukça yordu.
Arka jantın yere değdiğini yeniden hissetmeye başlayınca durup iç lastiği değiştirdik.
Önümüze çıkan köyde yol ikiye ayrıldı ama etrafta yol soracak kimse yok. Artık ciddi, ciddi harita yüklenebilen bir gps aleti almayı düşünmeye başladım. İlerideki bir evin bahçesinde oynayan çocuğa seslenince babası çıktı. Sağdaki yoldan gidecekmişiz. Beyefendi bizi çaya davet etti ama geç kalmamak için teşekkür edip reddettim. Adam arıcılık yapıyormuş. 2 çeşit bal varmış. Çiçek esaslı ve bitki esaslı. Her iki balda donarmış. Çiçek esaslı 3 ayda, ağaç esaslı 1 yılda. Eğer balın bir kısmı donmuş bir kısmı donmamışsa donmayan kısım glikozdur diye bizi bilgilendirdi. Aldanmak istemiyorsanız donmuş bal almayı tercih edin, kavanozu 45 derecedeki sıcak suya sokup bekletirseniz bal erir dedi. Arıcılık karlı bir işmiş. Arıya bakacaksın, sen 1 bakarsan arı sana 10 bakar dedi. Kendisine teşekkür edip yola devam ettik. Evin az ilerisinde üzerinde İSKİ yazan devasa borular asker gibi sıralanmaştı. Fotoğraf güneşe karşı çekildiğinden burada ayrıntı pek belli olmuyor.
Bu tarafta da birkaç boru ve boruların yerleştirileceği düzeltilmiş yer görünüyor.
Boruların çapları gerçekten çok büyük. Bir yandan gelecekte su sıkıntısı yaşamayacağız diye sevinirken diğer yandan ise bu gelen suların büyük kısmının Marmaraya atık su olarak döküleceğini düşünüp üzülüyorum. Şehir doymadan önüne çıkanı yiyip öğüten bir canavar gibi her geçen gün büyüyor. Bunun durdurulması gerek.
Sakaryanın döküldüğü yerden itibaren uzaklaştığımız deniz yeniden göründü.
Yukarıdaki bir köyden güzel bir inişle bu noktaya geldik. Sağ tarafta denizin içeriye kadar girip oluşturduğu su birikintisi.
Sol tarafımız ise sazlarla kaplı bir su birikintisi. Yukarıdan soldaki sazlıklar çok daha güzel görünüyordu. Ama arkamızdan havlayarak koşan köpekler yüzünden durmadan havlama seslerinin kesildiği bu noktaya kadar indim.
Göletten tekrar yükselerek bu noktaya geldik. Varış noktamıza yaklaştıkça sabırsızlaştım. Yorgunluk ve bıkkınlık hissi içindeyim. Yola çıktığımız günden beri gerek bizi yolda gören çocuklar olsun, gerek bazen araba ile gidenler olsun. Bize "Hello'' diye sesleniyorlar. Bizse merhaba veya iyi günler diyoruz. Çok şaşıranlarda oluyor, dün kamyonetin kasasından bize "Hello'' diye seslenen gence merhaba diye yanıt vermemize rağmen "nice to meet you'' diye işi pişkinliğe vuran da var, biz merhaba deyince utanıp arkasını dönen de. Az sonra bir köyde okul bahçesinde oynayan çocuklar bizi görünce "Hello'' diye bağırarak oyunlarını bırakıp sokağa bizim yanımıza koştular. Biz merhaba deyince şaşırıp duraksadılar, mahcup oldular. Çocuklardan birisi avucundaki ağaçtan yeni topladığı eriklerinden bana ve Kemal'e ikişer tane verdi ve henüz olmamış, çekirdekleri yumuşak dedi. Erik çok makbule geçti ve bu yıl ilk eriği orada tattım. Bu arada daha sonra bizi gören bir çocuk "Hello'' diye bağırarak yanımıza geldi.Diğerleri " Ne hellosu oğlum adamlar Türk görmüyor musun, Türkçe konuşuyorlar'' diyerek güldüler. Bu da geldiğimiz ve gideceğimiz yolun göründüğü bir kare.
Sonunda Kefken’e geldik.
Kefkende kısa bir mola verdikten sonra 3 km ilerideki Kerpeye doğru yola çıkıp Kerpenin Kumcağız plajına ulaştık. Buraya ben de ilk kez geliyorum. Daha önce 1 kez Kerpenin içine gelmiştim. Kumcağız plajı ve Kefken.
Soldaki kayalıkların arkasında Kerpe’nin merkezi ve Kerpe koyu var. Aynı zamanda meşhur pembe kayalıkları da burada görebilirsiniz.
Kumcağızda orman kampına girdik. Çadır başı 25 TL aldıklarını söylediklerinde küçük dilimi yutacaktım. Sonunda görevli madem siz ilk kez geliyorsunuz sizden 20 TL alayım dedi. Kelle başımı diye sordum, tamamı dedi. Kabul ettim ve çadırlarımızı kurduktan sonra yemeğe giriştik. Menü dünden kalma dana döner, yoğurt, makarna ve İstanbulda Dia dan aldığım yaprak sarması. Dia marka yaprak sarmasını tavsiye ederim, çok lezzetliydi.
2. günde kat ettiğimiz toplam yol: 94,7 km.
Toplam pedal çevirme sürem: 5 saat 52 dakika.
Ortalama süratim: 16.1 km.
En yüksek süratim 55.5 km.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder