17 Mayıs Perşembe
Sabah erken kalktık. Bu gün önümüzde 42 kilometrelik zorlu bir yol var. Aklımda kaldığına göre uzun bir çıkışın ardından 5 km lik inişle Yedigöllere gelmemiz lazım. Başarsoftun haritası maalesef burada da çuvalladığı için elimde 42 km lik mesafe dışında bir bilgi yok. Haritaya göre ise bu yol 20 km. Hava açık yağacak gibi durmuyor. Bulutlar taşıdıkları bütün su damlalarını toprağa bırakıp sütü sağılıp kurumuş memeler gibi küçülmüşler. Kahvaltımız Sülüklügölden beri aynı. Beyaz peynir, kaşar peyniri, zeytin ve çay. Bu gün çay demlemekle uğraşmadık. Misafirhanenin çay ocağını kullandık. Kahvaltıdan sonra bisikletler yüklendi, yola çıkmaya hazırız. Satılmış bey bizi uğurlamak için kapıya çıktı. Telefon numarasını verip başınıza bir şey gelip araç bulamazsınız arayın bende Kartal araba var gelip alırım dedi. Kendisine sıcak ilgisi için çok teşekkür ediyoruz.
Bu günkü yol haritamız. Başarsoftun haritasında gösterilen Yedigöllerin yeri yanlış. Doğrusu benim çizdiğim haritadaki.
Find more Bike Ride in Bolu, Turkey
Erdal yolun tamamının çıkış olmadığını öğrenince gelmeye karar verdi. Gördüğü güzelliklerden sonra göreceklerinden mahrum kalıp fotoğraflarla yetinmek istemiyor. Hele birde kamyon bulursam yolda sizden önce giderim diyor ama hafta arası o ıssız yolda bu sefer hiç şansın yok dedim. Öğle yemeği için çantamda kalan küçük uskumru konservesini ve 1 dilim köy ekmeğini Erdala verdim. Büyük uskumru konservesini ben aldım. Uğurla birlikte gideceğiz ve balığı paylaşacağız.
Satılmış Bey ile vedalaşıp yola koyulduk. Dodurga Caddesinden Çömlekçiler Caddesine geçip otoyolun altından geçtikten sonra şehrin kenar mahallesini de arkamızda bırakıp doğanın koynuna daldık.
Tam Allah manzaraya bak ne kadar da güzel geziyoruz derken sabah sabah karşımıza çıkan kısa fakat dik yokuş nefeslerimizi kesti. Bu sabah dizim yine ağrıyor. Bu iş artık iyice canımı sıkıyor.
Yokuşun ardından yol yeniden düzeldi ve şehrin dış mahallelerinin dış mahalleleri karşıladı bizi. Burada neredeyse her evde 2 köpek var ve köpekler çılgın gibi havlayıp saldırıyorlar. Allahtan hepsi bağlı yoksa ya bu hayvanlar bu kadar saldırmazlardı veya biz bisikletleri bırakıp kaçardık. Gerçi Uğur bu konuda tedbirli. Çubuk gölüne giderken bir tavuk çiftliğinden çıkıp havlayan köpek sürüsünden arkadan gelen Erdalı korumak için biber gazını çekmiş, yerden topladığı taşları formasının eteğine doldurmuştu.
Fasıl köyüne geldiğimizde yanlış yöne gitmemek için bizi karşılayan beyefendiye yolu sorduk. Önce çay için teklifini yolumuz uzun çayımızı yeni içtik diyerek teşekkür ettik.
Artık dış mahallenin dış mahalleleri de arkamızda kaldı ve ilk Yedigöller tabelası ile karşılaştık. Doğru yolda olduğumuzu görüp rahatladık.
Biraz daha ilerledikten sonra Boludan gelen Yedigöllerin ana yoluna çıktık.
9. km yi henüz geçmiştik ki Erdal Orman İşletmesine ait bir aracı durdurup kasaya yerleşmiş. Yanımızdan geçerken Yedigöllerde görüşürüz diye seslendi. Bu bizimde işimize geliyordu hem Erdalı merak etmeyecektik hemde bizden önce gideceğinden çadırını kurup bizi bekleyecekti. Uğura baş başa kaldık fazla kasmaya gerek yok düşük tempoda bol molayla tırmanalım dedim ve pedalları çevirdik.
Yedigöller yolu Sülüklügöl yolundan daha düzenli her kavşakta yön tabelası var. Yanlış yola sapmanız imkansız.
10. km den sonra asfalt bitti, artık yol toprak.
Bir yaylaya geldik. Burada tek tük evler var.
Doğu Karadeniz yaylalarına benziyor.
Şansımıza havada çok güzel.
Yokuşu çıkarak 13. km de Orman İşletmesinin binasına geldik. Burası aynı zamanda Milli Parkın başlangıç noktasıydı. Girişteki yön levhasında Yedigöllere 30 km kaldığı yazıyordu. Binanın önünde yerleri süpüren görevliye bu yolun geçeceğimiz en yüksek noktası kaç metre diye sordum. O sırada duran İşletmeye ait pikaptan inenleri gösterip onlar daha iyi bilir dedi. Aynı soruyu inenlere de sordum. Birisi 850 metre dedi. iyi ama benim altimetrem şu anda 1250 metreyi gösteriyor deyince diğeri 1850 metre dedi. Bir diğeri 1648 metre dedi. Bir başkası 1744 metre dedi. son ikisi iddialaşmaya başladılar. 1648 metre diyen ağır bastı. Bende 1650 metre diyelim dedim. Bundan sonra 1650 metreye göre kendimi şartlandırdım.
Buradan dik bir yokuşla birkaç km indik. Benim daha önce hazırladığım haritaya göre Yedigöller yokuşun sonundaki soldaki sapaktaydı. O yolun devamında ise Düzceye gidiliyordu. Bu sapağı Erdal fotoğraflamış.
Yol yeniden dikleşti. Bir süre çıktıktan sonra Uğura ilerideki düzlükte duracağım dedim. İyi olur abi dedi. Durdum Uğur benim bir fotoğrafımı çeker misin diyerek makinesini verdi.
Bende makinemi Uğura verip fotoğrafımı çektirdim. Makinesinin ekranındaki fotoğrafına bakan Uğur abi sen benden daha az etkilenmiş görünüyorsun dedi. Sizce aramızda bir fark var mı?
Karşıki dağla aramızda derin bir vadi var.
Yokuşlar bir türlü bitmek bilmiyor.
Arada bir iniyoruz ve inerken üzerimize rüzgarlıklarımızı giyiyoruz.
Çıkarken tekrar rüzgarlıkları çıkarıyoruz. Üşütüp hasta olmak istemiyoruz.
Değişik yapraklı çam ağaçları var.
Yine bir yokuşu çıkarken arkamızdan yaklaşan motor sesinden bir traktörün geldiğini anlayan Uğur abi ben tutunacağım dedi.
Traktör bize yaklaştığında hızını arttıran Uğur önüme geçti ve gelen traktöre hamle yaptı ama tutunamadı. 2. hamlesinde de başarısız olan Uğur 3. de tutunmayı başardı. Traktör köşeyi dönüp gözden kaybolurken ben arkalarından baka kaldım.
1615 metrede tek başıma kalmıştım.
Artık dilediğim gibi çıkabilirdim. Hızlı gittin beklemedin, yavaş geldin beklettin diyecek kimse yoktu.
1750 metrede tepeye ulaştım. Uğur sadece bir kaç km için beni yalnız bırakmıştı. Uğurun dediğine göre bu nokta 27. km de.
Milli parka girdiğimizden beri her 5 km de karşımıza çıkan mesafe levhası burada da karşıma çıktı. Yedigöllere 15 km yolum kalmıştı ve bundan sonrası sürekli inişti. Rüzgarlığımı giyip inişe hazırlandım. Burada soldaki tek katlı bir yapının bahçesinde Uğuru tepeye çeken traktörü görüp içindeki iki kişi ile selamlaştım. Traktör römorkunda bir sandal taşıyordu. Burada göl yok havuz yok ne yapacaklar bu sandalı anlamadım. herhalde bahçe dekoru yapıp içine çiçek ekecekler.
Burası aynı zamanda Gölcük Yaylası oluyor.
Bir süre indikten sonra karşıma yol açma çalışmasından kalan yol kenarındaki kar kütlesi çıktı.
Yolun diğer tarafında ise obruk oluşmuştu.
Su obruğu oyup altından akıyordu.
Yol tekrar ağaçların arasında gidiyor.
Kapankaya seyir terasına geldiğimde Uğurun bisikletini gördüm.
Ağaç dallarından yapılan dar bir merdivenle tırmanılıyor. Bazı yerlerde ağaç kökleri doğal merdiven oluşturmuş.
Seyir terasına geldiğimde Uğur tepedeydi.
Manzara harika. Buradan 3 göl görülebiliyor.
Birde yakından bakalım.
Her yer dağ.
Fotoğraf çekerken Uğura vay be biriniz kamyonete atladınız, diğeriniz traktöre tutundunuz beni dağ başında yalnız bırakıp gittiniz diye sitem ettim. Uğur sen bizi Sülüklü göle giderken hiç bilmediğimiz ıssız yolda sisin içinde tek başımıza bırakıp giderken iyiydi, şimdi anladın mı yalnız kalmanın ne demek olduğunu diyerek lafın altında kalmadı. İyi ama ben sizin gibi teknolojinin gücünden yararlanarak değil kendi gücümle gittim dedim. Tabi bunların hepsi espriydi yoksa neden yalnız kalayım ki en azından ağaçlar, çiçekler, böcekler, bülbüller beni hiç yalnız bırakmadılar.
Seyir terasından az yukarıda bir tabela çok ilginçti. Tabelada Türksel çeker yazıyordu. Seyir terasında Vodafone da çekiyor. Hatta Aveada çekiyor. Uğur Erdalı aramış az aşağıda baz istasyonunun yanındaymış. Bende Düzceden İbrahim Öz ü arayıp dönüş yolu hakkında bilgi aldım. Terastan aşağı inip Erdalla buluşmak için pedal çevirdik.
Erdalı bindiği kamyonetten Milli Park girişinde indirmişler. İleride bir araç daha binip tepeye ulaşmış. Sadece 10 km araç kullanmışım diyor başka bir şey demiyor. Bende Erdalcığım niye üzülüyorsun pek çok kişi araca biniyor fotoğraflarını da yayınlıyor. Hem bende Uludağdan inerken kamyonete binmiştim diyorum ama kendisini ikna edemiyorum. Olsun ben senin kamyonette fotoğrafını çekip yayınlamadım diyor. Erdaldan izin çıkmadığı için kamyonet üstündeki fotoğraflarını yayınlamıyorum.
Son 5 km de çok dik bir yokuştan inerek Yedigöllere geldik. Girişteki fiyat listesi. Bu taraftan Boluya yüklü bisiklet ile gidecekler en az 5 km bisikleti itmeye hazır olsunlar.
Girişte bizi İncegöl karşıladı.
Yedigöller yerleşim planı.
Nazlıgöl ve Sazlıgölü gezmeyi sonraya bırakarak yokuştan aşağı inerek kamp alanını bulmak için yola çıktık.
Kamp alanını bulmak için inerken Pisagor ağacı levhasını görüp ağaçların arasına daldık.
İki ayrı kök havada birleşmişler.
Bisikletlerimizin yanına dönüp inişe devam ettik. derin gölün yanında kamp alanını bulduk.
Çadırları kurduktan sonra ton balığı, Tang içecek ve yoğurttan oluşan menü ile açlığımızı giderdik. Bu sefer Uğurla çadırlarımız yan yana. Erdal biraz ileride.
Her birimiz ayrı yöne doğru ormanın içine daldık.
Birazda manuel çekim modunu kullanayım.
Yolun üzerine devrilen ağacın altından geçip devam ettim.
Bu gün akar sularda tül etkisi denemesi için manuel çekim modunu kullanacağım.
Şelale yazan tabelayı takip ettim.
Şelalenin hemen sol üst tarafında dilek çeşmesi vardı.
Dilekte bulunup sudan içtim ama bir sorun vardı, 7 çeşmeden 1 tanesi akmıyordu bu durumda ne olacak bilmiyorum.
Burada nereye baksanız bir şelale var.
Buda gülen kayalar ama ben baktım baktım gülen bir taraf bulamadım.
Buradan yukarıya doğru devam edip geldiğimiz yola çıkmak istedim ama başaramayınca geri döndüm. Geldiğim yolu bulamayıp kayboldum. Su sesini takip ederek düşe kalka sonunda yolu buldum.
Kamp alanımızın tam karşısına gelip Deringölün kenarında yürüyüşe başladım.
Deringölden Seringöle geçtim.
Seringölden de hemen üstündeki Büyükgöle geçtim.
Birde kendimi görüntüleyeyim.
Uğurun telefonu ile benimkini tuvaletteki prize bağlayıp şarj ettirdim. Bu esnada telefonların başına bir şey gelmesin diye kapıda bekledim. Yarım saat sonra Uğura birazda sen bekle diyerek Erdalla yeniden Büyükgölün kıyısına gittik. Uğurda yarım saatlik nöbeti tamamladıktan sonra telefonları şarjdan çıkarmış.
Bu akşamki menümüz oldukça zengin. Dana döner, makarna, barbunya pilaki, yoğurt ve içecek olarak Tang. Ardından da çay. Kaçkardan aldığımız Tangler bu akşam bitti.
Yemekte sohbet anında Erdal bana Orhan abi şunu anladım ki inatçı bir insansın kafana koyduğunu yapıyorsun dedi. Uğur onu sen bana sor Kaçkarda boşuna Orhan abinin katır inadı tuttu demiyordum diye söze giriyor. Evet inatçı ve dik kafalıyım. İnatçı olmasam ne işim var bu yaşımda dağ tepelerinde bitmek bilmeyen bezdirici yokuşlarda.
Bu gün yaptığımız yol.
Yemekten sonra çay içerken birisinin elinde led ampullü el feneri olan 3 kişi yanımıza geldiler ve makbuz keseceğiz dediler. Tamam dedik. Ne kadar kalacaksınız kaçta gideceksiniz şeklinde sorular sordular. 1 gece kalıp yarın gideceğiz dedik. Kaçta gideceksiniz dediler, mümkün olduğunca erken dedik. Kimlik istediler hiç olmazsa bir kişininkini verin dediler. Erdalın çadırının yanındayız ama Erdal kimliğini Sapancada unutmuş. Ben getireyim diyerek ayağa kalkıp çadırıma doğru yürümeye başladım. Tamam yarın çıkışta keseriz makbuzu şimdi sizi uğraştırmayalım dediler. Adamlara yolu sordum 6 km sonra sola ayrılan Yığılca yönüne gideceksiniz dediler. Yayla tepeye kadar yokuş çıkacakmışız ve sonrası yokuş aşağı ve düzmüş. Yokuşu atlatırsak işin zor kısmını bitirmiş olacağız. Yolda iş makinelerinin çalıştığını da öğrendik. İyi geceler deyip uzaklaştılar. Az sonra bizde yattık.
Bir ara sıcaktan uyandım. Ben Abant gibi soğuk olur diye giyinmiştim ama burası Abanttan alçak olduğundan, hatta Bolu ile aynı yükseklikte olduğundan daha sıcak. Uzun kollu tişortumu ve uzun kollu termal içliğimi çıkarıp kısa kollu tişortumu giyordum ki silah sesleri duydum. Silah seri şekilde ateşlenmiyordu ama ard arda 8 den fazla mermi sıktılar. Ulan vurulacağım bok yoluna gideceğim diye telaşlanıp acele ile tişortu giyop uyku tulumunun içinde yattım. Ardından elektro saz eşliğinde nağmeler ormanın sesizliğinde yayıldı. Belli ki ses teyp veya CD den geliyordu. Dinleyenlerde eşlik ediyorlardı.
Konser Mihriban iarkısı ile başladı.
Sarı saçlarını deli gönlüme,
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban sevdiğim.
Ayrılıktan zor belleme ölümü, ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban Sevdiğim,
Mihriban
diye devam ediyor. özellikle Mihriban kısmında birkaç kişi birden hançerelerini paralarcasına yırtınıyorlar. Peşinden başka şarkılara geçiyorlar, uyumak mümkün değil. ben yaz sıcağında ormanı kampı hiç sevmem. gelen görgüsüzler ya sabaha kadar konuşur, ya şakır şukur okey oynayıp şak şuk tavla oynar veya müziği yüksek perdeden açıp geceyi bana zehir ederler. İşin kötüsü taktım mı kafama uyuyamam. Bunlarda ormanın sessizliğini bozup uykuyu bana zehir ediyorlar. Hayır gidip konuşacağım ama olmaz ya adamlar buyur iki kadehte sen at derlerse bende kendimi koroda bulacağım diye korkuyorum. Birkaç şarkı sonra adamlar 2. tura geçtiler, avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Herhalde orman çalışanları alem yapıyor olmalılar. 2 tur yine Mihribanla başladı. Mihriban derken bir öncekine göre daha iştahlı ve gür söylüyorlar. Bunların hepsi ya aynı Mihribana veya tesadüfen başka Mihribanlara sevdalı olmalılar. Bu yetenekli arkadaşlar herhalde Yedigöller Türk Sanat Musikisi Korosunda görevliler. 2. Turdaki Mihribanda bir tanesi ara müziklerde eletro saz solo çekerek bütün hünerlerini sergilerken tiey, tiey, tiey diye tempo tutmaya başlayınca koptum. Kalkıp gidip o arkadaşla tiey, tiey, tiey diye halay çekesim geldi. Şimdiye kadar bu şarkıyı okuyanlar neden bu tempoyu eklemeyi akıl edememişler. Birkaç şarkı sonra Dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç diyerek konseri bitirdiler. Repertuar bu kadar mı uygun seçilir kendilerini kutluyorum. Vaktin çok geç olduğunu sonunda kendileri de idrak ettiler. Orman yeniden sessizliğe gömüldü, uyumuşum.
Güzel yollardan geçersiniz. Bazen yollar yokuştur. Hayat güzeldir. Güneşli havalar görürsünüz. Bazen havalar yağmurludur. Hayat güzeldir. Güzel bir kamp alanı bulur, çadır kurarsınız. Bazen bir kaç kafası güzel insan uykunuzu kaçırır. Hayat onlarla da güzeldir. Hayat bisikletle güzeldir.
YanıtlaSilherşey güzel fotoğraflar harika kıskandım
YanıtlaSil